Tasarruf tedbirleri açıklandı, genelgeler yayımlandı, kürsülerden uzun uzun konuşmalar yapıldı.

Ancak iş uygulamaya gelince, başta odalar, borsalar, kamu kaynağıyla kurulmuş ve desteklenen birlikler, organize sanayi bölgeleri ve kısacası iştirakinde kamu kaynağı bulunan birçok yapı için bu çağrının karşılık bulmadığı açıkça görülüyor.

Neredeyse her toplantıda, her kongrede, her açılışta kürsüye çıkan yöneticiler söylemlerinde adeta destan yazıyor. Ekonomik zorluklardan, kamuda tasarrufun öneminden, geleceğe karşı sorumluluklarımızdan söz ediliyor. Fakat aynaya bakıp “Biz neden uygulamıyoruz?” sorusuyla yüzleşen kaç yönetici var, doğrusu merak ediyorum.

Çünkü sahne arkasında değişen pek bir şey yok. Hala yıldızlı otellerde düzenlenen toplantılar, lüks restoranlarda verilen yemekler, gösterişli organizasyonlar ve şaşaalı rezervasyonlar devam ediyor. Oysa temsil edilen kitleye bakıldığında, bu salonlar ve mekanlar çoğu katılımcının günlük hayatında yer almıyor. Bu tercihler, yöneticilerle temsil ettikleri kesimler arasındaki mesafeyi biraz daha açıyor; gerçeklikten kopuşu derinleştiriyor.

Oysa çözüm bu kadar zor değil. Mütevazı bir toplantı salonu, bir termos çay, birkaç simit… Hem daha ekonomik, hem daha sıcak, hem de çok daha samimi. Gösterişten uzak bir ortamda yapılan toplantıların, alınan kararları daha gerçekçi ve sahici kıldığına defalarca tanık olduk. Asıl itibarı yaratanın mekanlar değil, ortaya konan irade olduğu artık anlaşılmalı.

Bu mesele yalnızca bütçe disiplini meselesi de değil. Kamu kaynağı kullanılıyorsa, bunun ahlaki bir sorumluluğu vardır. Bugün yapılan her gereksiz harcama, yarının imkanlarından eksiltilmiş bir paydır. Üstelik bu dünya tükeniyor. Kaynaklar sınırlı, çevre kırılgan ve gelecek kuşaklara bırakacağımız miras her geçen gün biraz daha zayıflıyor.

Eğer gerçekten geleceğe bir borcumuz olduğunu söylüyorsak, önce bunu kendi davranışlarımızda göstermeliyiz. Tasarruf sadece vatandaştan beklenen bir fedakarlık olmamalı; en başta karar vericilerin ve yöneticilerin hayat tarzına yansımalı. Aksi halde kürsülerde anlatılan her “tasarruf” hikayesi, inandırıcılığını yitiren birer söylemden öteye geçemez.

Belki de artık şu soruyu yüksek sesle sormanın zamanı gelmiştir: Tasarruf çağrıları sürecek mi, yoksa gerçekten uygulanacak mı?