Madenci ölümlerinin acısının yanı sıra, unutmak bu acıyı daha da derinleştiriyor. Her göçük, kulağımıza aynı soruyu fısıldıyor: “Dersimizi ne zaman alacağız?”
Takvimler 4 Aralık’ı gösterdiğinde, ülkenin dört bir yanında yerin metrelerce altında çalışan madenciler için birkaç cümle edilir, birkaç fotoğraf paylaşılır, birkaç temenni sunulur. Oysa bu gün yalnızca bir anma günü değil; aynı zamanda bir vicdan yoklamasıdır.
Madencilik, bu toprakların kaderi değil; emekçinin alın terinin en ağır biçimidir. Ancak ne yazık ki biz, “kader, fıtrat” diye adlandırılan ve aslında bir cinayetten farksız olan bu gerçeği bir türlü değiştiremeyen, değiştirmeye niyetlense bile kararlılıkla sürdüremeyen bir ülkeyiz. Bir göçük haberi geldiğinde hepimiz aynı cümleyi kuruyoruz: “Yine mi?”
İşte bu “yine” kelimesi, aslında tüm sorumlular için en büyük utanç olmalıdır.
Bu ülkenin maden tarihine kazınan en ağır kara lekelerden biri, 13 Mayıs 2014 tarihinde Soma’da yaşandı. Manisa’nın Soma ilçesindeki kömür madeninde çıkan yangında 301 madenci hayatını kaybetti. Türkiye’nin en büyük, dünyanın ise en acı facialarından biri olarak kayıtlara geçti. O gün bacalardan yalnızca duman değil, aynı zamanda bir ülkenin vicdanı yükseldi.
Sokaklarda öfke vardı; meydanlarda “bir daha asla” çığlıkları yükseliyordu. Ve hepimiz aynı sözü verdik: “Soma unutulmayacak.”
Ancak bu topraklarda hafıza ne yazık ki ağır yükleri uzun süre taşıyamıyor. Zaman geçtikçe acılar siliniyor. Soma’nın ardından yıllar geçti; davalar uzadı, cezalar tartışıldı. Ailelerin gözyaşları kurudu belki, fakat acısı hiçbir zaman dinmedi. Buna rağmen biz, her yeni maden göçüğünde yine aynı soruyu sorduk:
“Neden yeniden?”
Türkiye, maden faciaları söz konusu olduğunda, dünyanın en acı listelerinde uzun yıllardır üst sıralarda yer alıyor. Her çökme, her patlama ve her göçük, yalnızca bir iş kazası değil; çoğu zaman ihmalin, denetimsizliğin ve hesap vermezliğin acı bir yankısıdır. Arkasında kalan çocuklar, eşler, anneler, babalar… Her biri kader diye anlatılan bir düzenin sessiz kurbanlarıdır.
Bugün “Dünya Madenciler Günü”.
Bu gün kutlanacak bir gün mü, yoksa yüzleşilecek bir gün mü, karar vermek zor. Çünkü madencinin ihtiyacı bayram değil, güvenli bir ocak; alkış değil, sağ salim eve dönebilmektir. Asıl korkutucu olan yerin altındaki karanlık değil; yerin üstündeki duyarsızlık, günübirlik üzüntüler ve zamanla hafızadan silinen acılardır.
Biz yüzleşmedikçe her ocak bir gün mezara dönüşüyor.
Biz hesap sormadıkça, “kader” diye kabul ettirilmeye çalışılan her ölüm, toplumun vicdanını biraz daha karartıyor.
Biz unuttukça, bir sonraki göçük çoktan yolunu buluyor.
4 Aralık, bir teşekkür günü değil; bir söz verme günü olmalıdır.
Kimin için?
Yerin altında, bir avuç ışığın peşinde hayatını kazmaya çalışanlar için.
Yer üstünde, adaletin ve güvenliğin yeniden kazılması gerekenler için.
Ve bu ülkenin geleceği için…
Bugün bir köşeden seslenmek belki çok şeyi değiştirmeyecek.
Ama hiç değilse şunu hatırlayalım:
Madencinin kaderi ölmek değildir; bizim görevimiz yaşatmak olmalıdır.
Ve vicdan doğru zamanda konuşmadığında, en derin göçük işte orada oluşur.