Su kaybı yalnızca borulardan sızan bir sorun değil; geleceğin avuçlarımızdan akıp gitmesine sessizce izin verişimizin adıdır.

Dünya su krizini konuşurken çoğu zaman gözümüzü uzaklara dikiyoruz. Kuraklaşan topraklardan, buzullardan, yükselen sıcaklıklardan söz ediyoruz. Oysa bugün, 4 Aralık Dünya Su Kayıpları Günü, bize çok daha yakınımızda duran bir hakikati hatırlatıyor: Su, çoğu zaman kaybolduğu yerden değil; biz kaybettirdiğimiz için tükeniyor.

Her yıl şehirlerin içme ve kullanma suyu hatlarında milyonlarca ton su, toprağın altındaki görünmez çatlaklardan sessizce yok oluyor. Belediyelerin raporlarında “kaçak-kayıp” diye geçen o soğuk ifade, aslında hepimizin geleceğinden çalınan bir payın adıdır.

Bir musluğa yöneldiğimizde kolayca akıttığımız su, barajdan eve gelene kadar sayısız yolculuk yapıyor. O yolculuğun her kırık noktasında kaybettiğimiz su, artık geri dönmüyor. Sadece Türkiye’de bazı şehirlerde kayıp oranı hala yüzde 40’ları buluyor. Yani depodan çıkan her 10 damlanın dördü bize ulaşmadan yok oluyor. Bu, bir ülkenin kendi geleceğine çektiği en acı frenlerden biridir.

Su kayıplarını azaltmak teknik bir mesele olduğu kadar kültürel bir meseledir de. Kente hükmeden altyapı kadar, o kentin insanlarının bilinci de belirleyicidir. Belediyelerin şebekeleri yenilemesi, kayıp-kontrol ekiplerini güçlendirmesi elbette şart. Ama aynı derecede önemli olan, vatandaşın suyun bir kaynak değil, bir miras olduğunu idrak etmesidir.

4 Aralık bize bir çağrı yapıyor:
Suyun sesini yükseltin.

Bir sızıntı gördüğünüzde bildirin. Musluğunuz damlatıyorsa “nasıl olsa az” demeyin. Çocuğunuza bir bardak suyun hangi yollardan geçerek avucuna ulaştığını anlatın. Çünkü susuzluğun ayak sesleri, artık sadece yaz aylarında değil; yılın her günü kapımızda.

Bu dünya, suyun kaybolmasını seyredenleri değil; onu korumak için bir damlanın bile peşine düşenleri hatırlayacak.

4 Aralık Dünya Su Kayıpları Günü kutlu olsun… değil.
Anlamlı olsun.
Faydalı olsun.