Son yıllarda iletişim alışkanlıklarımız hızla değişti. Özellikle gençler için birini aramak neredeyse eski moda sayılıyor. Çoğu işi artık mesaj üzerinden hallediyorlar: kısa, net, hızlı… Peki bu ne kadar doğru? Ve daha önemlisi, bu sessiz dönüşümü yöneten yazılı olmayan kurallar neler?

Mesajlaşma kuşağın yeni dili. Aramak ise gereksiz bir ağırlık gibi hissediliyor. Çünkü telefon konuşması anlık tepki gerektiriyor; ortam uygun olmayabilir, ses tonu kontrol edilemez, konuşma bazen gereğinden uzun sürer… Mesaj ise daha esnek daha güvenli. Üstelik araştırmalar, telefonla konuşmanın mesaj yazmaktan daha fazla sosyal kaygı yarattığını gösteriyor. Gençler hız ve kontrol arıyor; iletişimi kendilerine göre bir ritme oturtuyorlar.

Ama işin bir de karşı cephesi var. İş dünyasında, aile içinde ya da günlük ilişkilerde hâlâ telefona alışık büyük bir kitle bulunuyor. Onlar için bir arama özen ve ciddiyet göstergesi. Kısa bir mesaj, kimi zaman yetersiz, aceleyle geçiştirilmiş veya resmiyetsiz görülebiliyor. Böyle olunca her iki taraf da aynı şeyi söylüyor ama kullandığı kanal farklı olduğu için ton değişiyor. Büyük kopukluklar değil belki ama sürekli küçük yanlış anlaşılmalar birikiyor.

Üstelik iletişimin bir nezaket rehberi gibi işleyen görünmez kuralları da var. Artık bir telefonu 3–4 defadan fazla çaldırmak kaba kabul ediliyor. Acil bir durum yoksa art arda iki kez aramak da öyle. Bir de hepimizin tanıdığı azınlık bir grup var: Arıyorsun, kişi müsait değildir diye meşgule atıyor… ve ses kaydı gönderiyorsun. Dinleyebilecek olsa zaten telefonu açardı. Pratiklik adına yapılan davranışlar bazen karşımızdakinin zamanını ve sınırını göz ardı edebiliyor.

Mesajlaşmanın da kendi sorunları var. Sonsuza uzayan, konuya varamayan, gereksiz detaylarla dolu mesaj zincirleri bir anda büyük bir vakit kaybına dönüşebiliyor. Oysa bazen tek bir kısa arama, yirmi dakikalık yazışmadan çok daha hızlı çok daha net bir çözüm sunuyor. “Mesajla hallederiz” konforu, bazen iletişimin kendisini gereğinden karmaşık hâle getiriyor.

Yine de telefonla aramak eskisi kadar sıradan değil hatta belki hiç olmadığı kadar özel. Birini aramak, o kişiye zaman ayırmak demek. Aynı anda var olmayı seçmek demek. Araştırmalar, gençlerin artık aramayı bir samimiyet göstergesi olarak yorumladığını söylüyor. Çünkü mesajın konforu güzel ama sesin sıcaklığını tam taşıyamıyor.

Mesajlaşma kötü değil, aramak iyi değil; ikisi de hayatın içinde. Yeni nesil hız ve pratiklik istiyor; önceki nesil netlik ve sıcaklık… İki taraf da haklı, iki taraf da kendi yaşam temposuna uygun davranıyor. Aramanın da mesajlaşmanın da doğru olduğu anlar var.

Sonuçta teknoloji değişiyor, alışkanlıklar dönüşüyor ama iletişimin özü hep aynı kalıyor:
Anlaşılmak ve anlayabilmek.
İster bir mesajla ister kısa bir aramayla…