Faturanın son günü, çocuğun etkinliği, eşinin doktoru, evdeki yağın bittiği… Günlük hayatın yükü sadece fiziksel işlerden ibaret değil. Asıl yoran, her şeyi planlamaya, hatırlamaya ve hissetmeye çalışan zihin. Bu görünmez sorumluluklar, kadınları güçlü değil çoğu zaman sessizce yorgun kılıyor.

“Sen bilirsin.”

Kulağa sıradan gelen bu cümle, aslında birçok kadının içini bir anda sıkıştırır. Çünkü çoğu zaman o iki kelimenin altında koca bir liste gizlidir: sen planla, sen organize et, sen hatırla, sen toparla. Hayatın düzeni çoğu zaman kadınların zihninde başlar ve onların sessiz çabasıyla sürer.

Bugün birçok evde işler görünürde paylaşılıyor gibi duruyor. Ancak günün sonunda yine aynı cümle duyuluyor: “Bugün beynim çok dolu.” Çünkü görünmez yük tam da budur; yapılan işten çok hiç bitmeyen düşünme ve hatırlama hâlidir. Alışveriş listesi, çocukların okul programı, aile bireylerinin randevuları, evin ihtiyaçları… Hepsi bir kadının zihninde, aynı anda dönüp durur.

Uzmanlar görünmeyen emeği üçe ayırıyor: yönetimsel, bilişsel ve duygusal yük. Yönetimsel yük, evin ve günlük yaşamın akışını planlamaktır. Bilişsel yük, her detayı akılda tutmak; duygusal yük ise herkesin huzurunu ve moralini korumaya çalışmaktır. Kadınlar çoğu zaman bunların üçünü birden taşır ama fark edilmez. Çünkü bu emek gözle görülmez, takvimde yeri yoktur.

Yine de bu yükü taşımak, kadınları “kahraman” yapmıyor; aksine sessiz bir yorgunluğa sürüklüyor. Sürekli planlayan, düşünen, organize eden biri için gerçek anlamda dinlenmek mümkün mü? Ve biz hala “Ne var ki, işleri birlikte yapıyoruz?” diyebiliyoruz. Oysa evi süpürmek kadar, evin nasıl işleyeceğini düşünmek de bir iştir. Tek fark: biri görünür, diğeri ise değil.

Kadınlardan hala “işler aksamasın, kimse rahatsız olmasın, her şey zamanında olsun” beklentisi var. Hem yap hem belli etme, hem toparla hem sessiz kal. Oysa kimse her şeyi hatırlamak zorunda olmamalı. Gerçek eşitlik sadece işi değil, hatırlamayı da paylaşmakla başlar. Çünkü paylaşılmayan tek bir sorumluluk bile birinin zihninde alan kaplamaya devam eder.

Asıl ihtiyacımız kahramanlık değil. Paylaşılmış bir hayat… Her şeyin yükünü değil, anlamını birlikte taşıyabildiğimiz bir denge. İşte o zaman, eşitlik kelimesine biraz daha yaklaşabiliriz.