Şu spor kulüpleri meselesini artık yüksek sesle konuşmak gerekiyor.
Çünkü ortada romantize edilen bir “spor sevgisi”nden çok, kronik bir kamu zararı var.
Borç batağındaki kulüpler yardım ister.
Vergi ödemez, af ister.
Prim ödemez, yapılandırma ister.
Yanlış yönetir, bedelini ödemez.
Ama gelin görün ki;
vergisini günü gününe ödeyen, bordrosunu eksiksiz yapan, ayakta kalmak için didinen şirketlere gelince en ufak taviz yoktur.
Geciktir, anında haciz.
Hata yap, ceza.
İtiraz et, kapı yüzüne kapanır.
Çifte Standart Burada Başlıyor
Vatandaşa “kemer sık” denir.
Esnafa “sabret” denir.
Çalışana “fedakârlık” denir.
Ama spor kulüplerine gelince:
Arsa verilir,
Vergi affı çıkar,
Borçlar silinir ya da ötelenir,
Belediyelerden, kamu bankalarından, kamu iştiraklerinden doğrudan ya da dolaylı para akar.
Sorulması gereken soru basit:
Bu paralar kimin cebinden çıkıyor?
Sosyal Fayda mı, Alışkanlığa Dönüşmüş Kurtarma mı?
Evet, spor kulüpleri toplum için önemlidir.
Gençleri kötü alışkanlıklardan uzak tutar, kent kültürüne katkı sağlar.
Ama bugün yaşanan tablo sosyal faydayla açıklanamaz.
Bu;
hesap vermeyen yöneticilerin,
şeffaf olmayan bütçelerin,
yıllardır süren “nasıl olsa biri kurtarır” anlayışının sonucudur.
Bir kulüp, yıllardır aynı yanlışlarla batıyorsa ve her defasında kamu eliyle ayağa kaldırılıyorsa;
orada spor yoktur, kötü yönetim teşviki vardır.
Enflasyonu Kim Ödüyor?
İşin en can yakıcı tarafı burası.
Bu kontrolsüz harcamalar, affedilen borçlar, üstlenilen zararlar;
bir yerden sonra bütçede delik açar.
O delik nasıl kapanır?
Vergiyle.
Zamla.
Enflasyonla.
Ve faturayı kim öder?
Ne kulüp yöneticisi,
ne de vergi borcu silinen kurum.
Vatandaş öder.