Gerçeğin peşinde yıpranan kalemler, bugün yine sessizce yazıyor; çünkü sustuklarında, karanlık gürültüyle geri dönüyor.

Her 21 Ekim’de takvim yaprakları “Dünya Gazeteciler Günü”nü gösterdiğinde, çoğumuzun zihninde bir manşet çınlar: “Basın özgürlüğü…”
Ama aslında bu gün, özgürlüğün değil, özgür olma mücadelesinin günüdür. Çünkü gazetecilik, hiçbir dönemde konfor alanında yapılmadı.

Bir fotoğraf makinesinin vizöründen, bir muhabirin çamur içindeki çizmelerinden, bir köşe yazarının sessiz odasında gece yarısı yanıp sönen ekran ışığından geçer gerçek. Her biri, toplumun belleğine bir iz bırakmak için kendi gölgesini aşar.

Gazetecilik bir meslek değil, vicdanla yapılan bir tanıklıktır.
Kimi zaman susturulur, kimi zaman itibarsızlaştırılır; ama her susturulan ses, ertesi gün bir başka kalemden yankılanır. Çünkü gazeteci bilir ki, sessizliğin en yüksek sesi yalandır.

Bugün, dünyada olduğu gibi Türkiye’de de gazetecilik bir sınavdan geçiyor. Gerçeğin değeri, bazen bir cümleye sığdırılamayacak kadar ağır. Haber odalarında, sahada, mahkeme koridorlarında, sosyal medyanın gürültüsü içinde hala “doğruyu anlatmaya çalışan” bir avuç insan var.
Onlar, hiçbir ödül töreninde alkışlanmasalar da her gün bir ülkenin nabzını tutuyorlar.

Bu yüzden bugün, sadece gazetecileri değil, gerçeğin peşinden gitme cesaretini kutlamak gerek.
Ve unutmamalıyız: Basın özgürlüğü yalnız gazetecilerin değil, her vatandaşın nefesidir. O nefes kesildiğinde, hepimiz sessiz kalırız.

Gerçeğin nöbetinde duran tüm kalemlere selam olsun.
Karanlığa karşı yazmaya devam edenlere, iyi ki varsınız.