Hayatın omuzlarımıza yüklediği yorgunluğu bir geceliğine de olsa kapıda bırakmak... Hepimizin zaman zaman buna ihtiyacı var, değil mi?

Belki uzun zamandır beklenen bir tatildesiniz, belki sevdiğinizle özel bir anı kutluyorsunuz ya da sadece kendinize bir iyilik yapmak istediniz. Sebebi fark etmeksizin, şık bir restoranın kapısından girdiğinizde aradığınız tek şey güzel bir yemek değildir aslında. O anı özel kılacak, ruhu dinlendirecek bir atmosfer, bir sığınaktır aradığımız.

İşte bu sığınağın kendine has, yazısız kuralları var. Adına "görgü" dediğimiz bu incelikler, inanın bana, kimseyi kasmak ya da "bilmiyor" diye yargılamak için değil. Tam tersine, o büyülü atmosferi hep birlikte korumak hem kendimizin hem de çevremizdekilerin keyfini artırmak için birer ortak dil. Bu dili çözdüğünüzde, her şeyin ne kadar daha akıcı ve keyifli hale geldiğini göreceksiniz.

Her şey o geceye hazırlanmakla başlıyor. Rezervasyon yaptırmak, o akşama verdiğiniz önemin ilk işareti. Kıyafet de öyle... Mesele şıklık yarıştırmak değil, sadece o özenli mekana ve geceye uyum sağlamak, saygı göstermek. Bazen en sade elbise, en doğru seçimdir.

Gelelim sofranın o ilk adımlarına, o küçük ritüellere. Her şey masaya oturur oturmaz sandalyemizde bizi bekleyen o kumaş peçeteyle başlar. Onu nazikçe katını açıp dizlerimizin üzerine sermemiz gecenin ilk zarif hareketidir. O artık, gece boyunca küçük dokunuşlarla ağzımızın kenarını silmek için bize eşlik edecektir. Kısa bir süreliğine masadan kalkmamız gerekirse de telaşa gerek yok; peçeteyi sandalyemizin üzerine bırakmamız, "hemen döneceğim" demenin en kibar yoludur.

Peçeteyi dizlerimize yerleştirdikten sonra, bakışlar kaçınılmaz olarak o meşhur çatal-bıçak meselesine döner. İtiraf edeyim, o kalabalık düzen ilk başlarda benim de gözümü korkuturdu. Ama aslında mantığı o kadar basit ki... Ezber şu: Her zaman dışarıdan başlayıp, her yeni yemekle tabağa doğru bir adım yaklaşıyorsunuz.

Haritayı şöyle okuyun: Tabağınızın solu çatallarınızındır. En dıştaki, ilk gelecek salata ya da başlangıç için ilk dans partneriniz. Sağ taraf ise bıçakların ve eğer varsa çorba kaşığınızın alanı. Burada da kural aynı, dıştan içe. Bıçakların keskin yüzünün tabağa dönük olması ise "kimseye bir zararım yok" diyen sessiz bir jest. Tabağın üstündeki o yalnız duran küçük çatal ve kaşık mı? Onlar tatlı anlar için sabırla sıralarını bekliyor. Sol üst köşedeki minik tabak sizin ekmek ve tereyağınız, sağdaki kadehler ise sohbetinize eşlik edecek içecekleriniz için. Kimsenin alanına girmeden, kendi alanınızda keyfinize bakmanız için düşünülmüş bir düzen.

Ve sonra o anın katili belirir: masanın üzerine bırakılan telefon. O küçük ekran, sohbetin sıcaklığını, göz temasının samimiyetini nasıl da alıp götürüyor, değil mi? Birkaç saatliğine onu unutsak, sadece karşımızdaki insana ve tabağımızdaki lezzete odaklansak, inanın gecenin tadı bambaşka olur.

Garsonla aranızda kuracağınız o sessiz, zarif dil de bu oyunun en keyifli parçası. Yemeğe ara verdiğinizde çatalı bıçağı tabağa bitişik olmayan bir "V" şeklinde bırakmanız "daha bitirmedim, döneceğim" demektir. Yemeğiniz bittiğinde ise onları birbirine paralel şekilde tabağın ortasına koymanız, "ellerinize sağlık, harikaydı" demenin en kibar yoludur.

Hesap öderken yaşanan o tuhaf anları, kimin ödeyeceği tartışmalarını hiç yaşamamak en güzeli. Gecenin büyüsünü son saniyeye kadar korumak gerek. Bahşiş ise o gece size hizmet eden, yemeğinizi ve keyfinizi daha iyi hale getirmek için koşturan insanların emeğine karşı içten bir teşekkürdür sadece.

Günün sonunda geriye kalan, ne yediğimizden çok, kiminle yediğimiz ve o an neler hissettiğimizdir. O anlara biraz özen göstermek, aslında kendimize gösterdiğimiz saygının da en lezzetli halidir.