Dakik olmak fazilet midir, yoksa sadece iyi planlanmış bir yanılsama mı?
Sabahları “beş dakikada çıkarız” deyip yarım saat sonra hala ayakkabımızı aradığımız günler…
Telefonda üç ayrı alarm, salondaki saat mutfaktakinden beş dakika ileri…
Yine de “geliyoruz” dediğimizde henüz evden çıkmamış oluyoruz.
Ama bu sadece bizim sorunumuz değil. Bilim de arkamızda.
Psikologlara göre, bazı insanlar zamanla doğuştan küskün.
Bilim insanları buna zaman körlüğü diyor.
Zamana bakıyoruz ama onunla bağ kuramıyoruz.
“Bu iş 10 dakikada biter” diye düşünürken aslında 25 dakikalık bir yolculuğa çıkıyoruz.
Bazı çalışmalara göre ise kronik geç kalanların karakter yapısında belirli eğilimler var:
Erteleyiciler, heyecan arayanlar, mükemmeliyetçiler.
Yani bazılarımız son dakika baskısıyla daha iyi performans gösterdiğine inanıyor, bazılarımız ise her işe “yetişir yaa” iyimserliğiyle yaklaşıyor.
Gerçek ise çoğu zaman yetişmiyor.
Bir de beynimizin bize oynadığı küçük bir oyun var: Planlama Yanılgısı.
Yapacağımız işleri ortalama yüzde 40 daha kısa sürede bitecekmiş gibi planlıyoruz.
Bir nevi “zaman iyimserliği”
Ama geç kalmak her zaman dağınıklıktan ya da sorumsuzluktan kaynaklanmıyor.
Zaman algımızla, dikkatimizle, içsel huzurumuzla doğrudan ilgili.
Bazı uzmanlar çözüm için analog saat takmayı öneriyor:
Zamanın akışını gözle görmek, zihnin gerçekliğe daha kolay tutunmasını sağlıyor.
Başka bir öneri ise geç kalmaya neden olan duyguyu bulmak:
Bazen sorun toplantıya geç kalmak değil, o toplantıya neden gitmek istemediğimiz.
Çünkü bazen gerçekten geç kalmıyoruz da…
Sadece henüz hazır olmuyoruz.