Uzakta bir yer yanıyor. Herkesin biraz bildiği ama kimsenin tam konuşmak istemediği bir yer.
Alevler göğe değil insanın içine uzanıyor artık.
Ama biz o sırada başka yöne bakıyoruz; belki bir kampanyaya, belki bir dizinin yeni sezonuna.
Kıyıdan gelen sıcaklık artık deniz kokmuyor.
Kum serin değil, gölge yok.
Birileri hala güneşleniyor ama birileri de susuz kalmış.
Susuzluk bazen sadece boğazdan değil, adaletten de akar.
Gökyüzü çoktandır mavi değil.
Ama filtreler onu hala cıvıl cıvıl gösteriyor.
Duman var ama ekranlarda rüya paylaşılıyor.
Çünkü gerçeklik ağır, çünkü izlemek kolay, çünkü değiştirmek yorucu.
Açlık da var.
Sadece midede değil;
Bir çocuğun yüzünde oyun açlığı,
Bir annenin sesinde umut açlığı,
Bir ülkenin gözlerinde adalet açlığı.
Ama biz tokuz.
Belki yemekten değil ama hissizleşmekten.
Göz göze gelmeyerek, kalbe inmeyerek, konforumuza dokunmayarak tokuz.
Birileri hala “her şey yoluna girecek” diyor.
Ama hangi şeyin, hangi yoluna?
Yanıyor dünya.
Ama biz hala “yanan ne? Bize ne kadar yakın?” diye ölçüyoruz olan biteni.
Belki de asıl yangın, içimizde başlıyor.
Ama biz hala rüzgara bakıyoruz.
Belki her şeyi değiştiremeyiz.
Ama her şeye alışmak zorunda da değiliz.
Bir hatasıyla yangın başlatan insan,
Bir doğrusuyla gölge de olabilir…