“Elim sanata düşer usta Dilim küfre, yüreğim acıya Ölüm hep bana Bana mı düşer usta…” – Refik Durbaş
Refik Durbaş yıllar önce sormuştu bu soruyu. Ne yazık ki cevap hala aynı acıyla çınlıyor içimizde: Evet usta, hep bize düşüyor ölüm.
Gaz kaçağında 12 askerimiz ölür, göz göre göre…
Bir yetkili çıkar da “bizim hatamızdı” demez.
Orman yangını çıkar, 10 canımız, ciğerimiz, AKUT gönüllülerimiz, kurtarmak için koştukları doğayla birlikte yanar. Yine kimse çıkıp da “sorumlusu benim” demez.
Madende göçük olur, topluca ölürüz.
“Fıtrat” derler, geçerler.
Otelde yanarız, 70-80 kişi birden…
Sorumluluk dersen, elli yıl önce projeyi çizen mimarı bulurlar, suçlu o olur!
Deprem olur, devletin kontrolünde yapılmış binalar dahil yerle bir olur.
Yine kimse başını öne eğmez, hatta halka seslenirken gözdağı verircesine konuşurlar:
“Bize oy vermezseniz öksüz ve yetim kalırsınız.”
Ne garip değil mi?
Dün küfrettiklerine bugün “kardeşim” derler.
Dün bebek katili dediklerine, bugün “barış elçisi” ya da “kurucu önder” derler.
Unutmak kolay, hatırlamak külfet.
Hesap vermek yok, sormak daha da yasak…
Bizde ölüm sıradanlaştı.
Yas bile lüks oldu.
Sorumluluk almamak, iktidar refleksi haline geldi.
Ama biri çıkıp da soramıyor:
“Bu insanların canı bu kadar mı ucuz?”
Sorulamaz, çünkü bizde hesap sadece faturaya çıkar…
Yürek yangın yeri.
Bu yangını ne gözyaşı söndürebilir ne de boş taziye mesajları.
Ormanı kurtarmaya koşarken canını veren o yiğit gönüllülere rahmet olsun.
Ama hepimiz biliyoruz:
Yine kimse hesap vermeyecek, kimse de hesap sormayacak…
Ve biz, yine Refik Durbaş’ın dizelerinde kalacağız:
“Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta…”