Bazı günler zaman akıp gitmek yerine ağırlaşıyor.
Bükülüyor, uzuyor, bir haller oluyor…
Tıpkı yaz sıcağında yol üzerinde dalgalanan asfalt gibi.
Hava yalnızca sıcak değil, zamanın kendisini yakalayıp yavaşlatıyor.
Dakikalar damla damla geçiyor.
Saatler güneşin altında unutulmuş mumlar gibi eriyor.
Dışarıda tenimizi yakan güneş, içeride zihnimizi sıkan duvar.
Bir yanda bitmeyen işler, diğer yanda hiçbir şey yapmama isteği.
Arada bir yerde sıkışıp kalmak…
Televizyonda yangın haberleri, telefon ekranında su kıtlığı uyarıları.
Küresel ısınma başlıkları, deprem bölgelerinden gelen artçılar…
Binaların gölgesinde sallantıyı hisseden insanlar.
Ve biz bunları okurken bile klimanın derecesini düşünüyoruz.
Dünya yanarken, yer sallanırken, elimizdeki bir bardak soğuk suyu korumaya çalışıyoruz.
Belki zaman artık bizimle aynı dili konuşmuyor.
Ne kadar hızlansak da bir adım gerideyiz.
Zaman sessizce bizden uzaklaşıyor.
Ve eriyen saatler bize fısıldıyor:
Hayat yetiştiğimiz ya da yetişemediğimiz yerlerde değil…
Tam da olduğumuz yerde şu anın içinde.