Gerçeği gizlemek toplumu karanlığa iter; kurtuluşun yolu doğruyu söyleme cesaretinden geçer.
Çukurova’nın bereketli topraklarında, Mersin’in hareketli sokaklarında... Hayat akıp gidiyor. Kimi ekmek peşinde, kimi hayallerinin ardında. Ama değişmeyen bir hakikat var: İnsanlık iyilikle kötülük arasında verdiği sınavda her gün yeniden kendini tartıyor.
Tehlike sandığımızdan da yakın: Maskeli yüzler.
Siyaset darda… Ekonomi darda… Eğitim darda…
Kısacası insan olmak da, insanca yaşamak da darda.
Bugün hissettiğimiz sıkışıklık yalnızca siyasi ya da ekonomik değil. Ruhumuzu, düşüncemizi, geleceğe olan inancımızı da daraltıyor. Hepimizin dilinde aynı sorular: “Nereye gidiyoruz? Bu gidişin sonu ne olacak?”
Sessizlik Çözüm Değil
Unutmayalım: Gerçekleri mezara gömmek, toplumu da karanlığa gömmek demektir. Susmak yalnızca bireysel bir seçim değil; toplumsal bir kayıptır. Bir kişi sustuğunda, sadece kendi sesini kısmış olmaz; toplumun geleceğinden de bir ışığı eksiltir.
Evet, korkularımız bizi susmaya itebilir. Kaygılarımız ağır gelebilir. Ama tarih hep aynı şeyi söylüyor: Hiçbir toplum susarak aydınlığa kavuşmadı. Tanık olduklarımız, yaşadıklarımız, aslında tarihin tekrar eden sahneleri. Bu sahnelerden ders çıkarmak, umudu yaşatmanın yegâne yoludur.
Çözüm, gerçeği dile getirmekte. Doğruyu savunmaktan vazgeçmemekte. “Benim sesim neyi değiştirir ki” diye düşünmemekte. Çünkü bazen en küçük bir ses bile büyük bir yankıya dönüşür; koca bir toplumu ayağa kaldırır.
Bugün içimizi daraltan karanlığa karşı yapmamız gereken, suskunluğu değil dayanışmayı seçmek. Bu ülkenin en büyük ihtiyacı, gerçeği söyleme cesareti ve insanca yaşama direncidir.