Türkiye’nin haritada bulunduğu yer bir mucize mi, bir lanet mi, bazen karar vermek zor oluyor. Çünkü hangi tarafa dönsek ya bir savaş patlamış ya bir kriz kapıda. Kuzeyimizde Ukrayna-Rusya gerilimi, güneyimizde Ortadoğu’nun bitmeyen yangını… Doğuda Kafkaslar, batıda Avrupa’nın başı bir türlü beladan kurtulmuyor. Coğrafya kaderdir derler ya, bizim kader biraz fazla “aksiyonlu” sanki.

Bu kadar savaşın, çatışmanın, gerilimin tam ortasında duran bir ülkenin huzurlu kalması başlı başına başarı aslında. Ama asıl mesele şu: Dünya’daki herhangi bir ülke hapşırsa, biz nezleyle değil, zatürreyle boğuşuyoruz. Ekonomimiz o kadar kırılgan ki, dışarıda faiz artınca bizde döviz fırlıyor, petrol fiyatı yükselince marketteki domatesin bile tadı kaçıyor. Sanki bütün dünyanın stresini bizim cebimiz çekiyor.

Neden böyle? Çünkü Türkiye sadece coğrafi olarak değil, ekonomik ve siyasi olarak da bir geçiş ülkesi. Enerji yolları bizden geçiyor, göç yolları bizde düğümleniyor, doğu ile batı arasında kalmışız ama tam olarak bir yere de ait olamıyoruz. Ne zaman içeride biraz istikrar sağlasak, dışarıdan bir türbülans gelip dengemizi bozuyor.

Ama her şeye rağmen hala ayakta kalabilen bir ülkeyiz. Bu da biraz milletin dayanıklılığından, biraz alışmış olmaktan kaynaklanıyor belki. Fakat şu da bir gerçek: Sürekli “dış etkenlere bağlı bir ekonomi” ile yol alamayız. Güçlü bir üretim yapısı, teknolojik atılımlar ve bağımsız bir ekonomik strateji geliştirmediğimiz sürece; dışarıda fırtına çıktığında bizim çatı yine uçacak.

Kısacası, Türkiye’nin bulunduğu yer kader olabilir ama bu kaderi nasıl yöneteceğimiz bizim elimizde. Coğrafya değişmez, ama yönümüzü sağlam belirlersek, krizin ortasında bile sağlam kalabiliriz. Aksi halde, yine birileri hapşırır, biz grip oluruz.