Toplumsal çürüme, yalnızca suçla değil, ahlaki değerlerin kaybıyla da besleniyor. Gerçek çözüm, ahlakı yeniden içselleştirmekte yatıyor...
Türkiye, 7 Ocak ve 23 Mayıs 2025 tarihlerinde eş zamanlı düzenlenen iki büyük operasyonla sarsıldı. Bu operasyonlar sadece suçla mücadele etmeyi değil, aynı zamanda toplumsal çürümeyle de yüzleşmeyi zorunlu kıldı. Operasyonların ardından ortaya çıkan tablo, en az suçun kendisi kadar endişe verici.
Toplamda 197 şüpheli yakalandı. Bunların 37’si tutuklanırken, 150’sine adli kontrol kararı verildi. Suç örgütü çökertildi. Sahte diplomalar, sahte ehliyetler ve kamu kurumlarına sahte belgelerle giriş… Tüm bunlar, devletin güvenlik ve dijital altyapısının ne denli zayıfladığını gösteriyor.
Teknik boyutuyla elbette dikkat edilmesi gereken önemli noktalar var: TÜRKTRUST ve E-İMZATR gibi elektronik imza sağlayıcıları üzerinden sahte belgelerle e-imza üretildi, kamu sistemlerine izinsiz erişildi. Bu, dijitalleşmenin getirdiği güvenlik zaaflarının bir sonucudur. Ancak, bu olayın daha derin bir boyutu var.
Asıl soruyu soralım: Biz bu ahlaki çöküşün ilk adımını nerede attık?
57 sahte diploma, 108 sahte ehliyet ve sahte lise diplomaları… Bunlar yalnızca rakamlardan ibaret değil. Her bir rakam, liyakatten uzak, hak etmediği makamlarda bulunan, yetkinlikten yoksun bireylerin sayısını gösteriyor. Bu kişiler, sürücülük yapmaya uygun olmayan, diplomalarını hakkıyla almayan ve sisteme sahte yollarla sızan insanlardır. Bu yalnızca devletin değil, toplumun her bireyinin emeğine ve hakkına yönelik bir saldırıdır.
Fakat suç sadece bu belgeleri düzenleyen çetelerde mi?
Ya diplomasızken, diplomasız kalmak yerine diplomalı gibi görünmeyi tercih eden zihniyette?
Ya da "Bana bir tanıdık bul" diyerek sisteme sızmayı marifet sayanlarda?
Ya da "Herkes yapıyor, ben de yaparım" deyip susanlarda?
Bu çeteler var, evet. Ancak, sistemin çökmesine neden olan yalnızca bunlar değil. Devletin ne kadar önlem alırsa alsın, sorun sadece denetimden ibaret değil. Esas mesele, bireyin içsel ahlakıdır. Çünkü yasa korkusu, kamera kaydı ya da ceza tehdidi, insanı sadece bir noktaya kadar durdurabilir. Bir toplumun gerçek sigortası, onun üyelerinin içselleştirdiği etik duruştur.
Ahlakı kaybettiğimiz yerden, sahte belgeler çoğalır.
Ahlakı kaybettiğimiz yerden, liyakatın yerini torpil alır.
Ahlakı kaybettiğimiz yerden, toplumsal çürüme sessizce kök salar.
Bu iki büyük operasyon, güvenlik güçlerimizin ve savcılarımızın ciddi bir başarısıdır. Ancak her operasyonun ardından hep aynı soruyu sormaktan kendimizi alamıyoruz: Bu insanlara bu cesareti veren neydi?
Bu sorunun cevabı, yalnızca güvenlik kuvvetlerinde, adliyede ya da teknik raporlarda bulunmaz. Bu cevabı, evde, okulda, sokakta, işyerinde, yani hayatın her alanında aramalıyız.
Gerçek çözüm, sadece suçluları yakalamakta değil, suça giden yolu görünmez kılabilmekte…
Ve bunun yolu, ahlakı, erdemi ve dürüstlüğü yalnızca çocuklara değil, hepimize yeniden öğretmekten geçiyor.
Yoksa her yakalanan çetenin ardından bir yenisi filizlenecek. Ve biz her defasında aynı soruyu soracağız:
“Toplumsal ahlakı nerede kaybettik?”