Bazı sabahlar uyanıyorum, haberleri açmaya elim gitmiyor. Çünkü biliyorum ki ya bir savaş başlamış ya da çoktan başlamış olan bir savaşta yeni bir acı yaşanmış. Sağımızda patlayan bombalar, solumuzda yükselen dumanlar… Haritaya baktığınızda tam ortada bir ülke var: Türkiye. Sanki dünya kavga ederken biz hep arada kalıyoruz. Ne tam içinde, ne dışında… Ama yara hep bize bulaşıyor.
Bu topraklar, binlerce yıldır medeniyetlerin kavşağıydı. Nice imparatorluklar doğdu burada, nice savaşlar geçti üzerinden. Belki de bu yüzden artık yorgun bu coğrafya. Belki de bu yüzden, ne zaman biraz nefes almaya kalksak, birileri gelip tekrar üstümüze basıyor.
Ve biz? Biz de bu coğrafyanın çocuklarıyız. Bir kulağımız sınırdan gelen silah seslerinde, diğer kulağımız döviz kurunu dinliyor. Bir yanda hayatını kaybeden çocukların fotoğrafları, diğer yanda marketteki etiketi değişen ekmek fiyatları. İçimiz her gün biraz daha sıkışıyor ama konuşacak kelime bulamıyoruz. Çünkü dilimiz alıştı, yüreğimiz alışamadı.
Ekonomimiz desen zaten camdan yapılmış gibi… Dünyanın bir ucunda bir merkez bankası faiz artırınca bizim markette zeytinin fiyatı değişiyor. Bir ülke ambargo koysa, bizde yağ rafları boşalıyor. Kendi ayaklarımız üstünde duramamanın acısı, bağımsız bir geleceğe olan umudu her geçen gün biraz daha gölgeliyor.
Ama hala buradayız. Yaşamak, sevmek, üretmek, direnmek için… Çünkü bu topraklarda umut da çok büyür. Baharı da iyi biliriz biz, yangını da. Yüreğimiz yanar ama umudumuzu gömersek bu coğrafya tamamen susar. Ve biz buna izin veremeyiz.
Bir çocuk sınırda ağlarken içimizdeki huzur eksik kalır. Bir annenin pazardan eli boş dönmesi sadece ekonomiyle açıklanamaz. Bu bir vicdan meselesidir. Ve bizim en büyük savaşımız da zaten burada başlar: Vicdanımızla, umudumuzla, dayanma gücümüzle…
Bu yazıyı bir şikayet olarak değil, bir çağrı olarak yazıyorum. Coğrafyamız kader olabilir ama kaderin de yönü vardır. Yeter ki biz yönümüzü unutmayalım.