Su… Hayatın ta kendisi, toprağın bereketi, insanlığın kadim mirası. Ancak ne yazık ki bu değerli kaynak, eskisi kadar kolay ulaşılabilir değil.
Kuraklık, aşırı sıcaklar ve iklim değişikliği her geçen gün etkisini arttırıyor. Hepimizin bildiği ama çoğu zaman göz ardı ettiği bir gerçek var: Su olmadan yaşam mümkün değil.
Peki, her gün kullandığımız suyun değerini ne kadar fark ediyoruz? Musluğu açarken, bulaşık yıkarken, bahçemizi sularken veya arabamızı temizlerken suyun bir gün tükenebileceğini düşünüyor muyuz?
İklim krizi artık uzak bir tehdit değil; her an kapımızı çalıyor. Orman yangınlarıyla mücadele ederken, suyun ne denli hayati bir kaynak olduğunu bir kez daha anlıyoruz. Alevlerle savaşırken tonlarca su kullanıyoruz, ama bir gün bu kaynakları kaybedersek, yangınları nasıl söndüreceğiz?
Yağmur mevsimlerini şaşırdı, barajlar alarm veriyor, toprak kuruyor. Anadolu’nun verimli topraklarında bile kuraklık etkisini gösteriyor. Tarımda verim kaybı, suya dayalı sanayinin zorlanması, köylerde içme suyu sıkıntısı baş göstermeye başladı.
İşte tam bu noktada, suyu korumak bir tercih değil, zorunluluk halini alıyor. Bu sorumluluk, sadece musluk başında değil; tarımda, sanayide, şehir planlamasında, eğitimde ve günlük yaşantımızın her anında karşımıza çıkıyor.
Suyu tasarruflu kullanmak, vicdan meselesi olmanın ötesinde, yaşamı savunmak anlamına geliyor. Çocuklarımıza suyun değerini öğretmeliyiz. Damlayan muslukların yılda tonlarca su kaybettirdiğini unutmamalıyız. Tarımda damla sulama gibi modern yöntemleri desteklemeli, belediyelerden ve kamu kurumlarından daha şeffaf ve sürdürülebilir su yönetimi politikaları talep etmeliyiz.
Unutmayalım, su yaşatmaktır. Suyumuzu korumak, sadece doğal zenginlikleri değil, aynı zamanda ormanlarımızı, toprağımızı, çocuklarımızı ve geleceğimizi korumaktır.
Harekete geçmek için geç kalmadan, suyumuzu birlikte koruyalım.