Deprem gerçeği bir kez daha gösterdi ki; ezberimiz bozuldu, geleneksel, yaşamsal manada güzel, nadide kentimizde, canım ülkemizde kurguladığımız bütün düşünce kalıpları kırıldı. Hatırlayalım hayatın çok kısa olduğundan, yaşam süremizin toplamda 30 bin gün bile olmadığından dem vurup, edebiyat yapıyor, ülkem ve kentimiz adına çözümler, projeler üretiyor, öneriler sunuyor, bizleri yönetenleri bazen; kıyasıya eleştirip, bazen takdir edici yazılar yazıyor, söylemlerde, ikili sohbetlerde, eleştirilerde bulunuyorduk, ama deprem bize öyle bir tokat attı ki yaklaşık 50 bin canımızı yitirdik, onun iki katı sayıya ulaşan yaralılarımız uzun yıllar psikolojik olarak etkisinden kurtulamayacak bölge insanı, o günden bu yana travma yaşayan; öksüz, yetim kalan çocuklar, birinci derece yakınlarını yitiren hısım, akraba, eş dostun yaşadığı adeta bir alacakaranlık kuşağı. Oysa; her şeye, tüm zorluklara, hayallerimizi çalmalarına rağmen düşler kuruyor, sosyal mekanlarda gönül rahatlığıyla küçücük de olsa mutluluklar yaşıyorduk.

Şimdi çok farklı duygular içindeyiz, ateş düştüğü yeri yaktı, bölgemizde hissettiğimiz Mersinimizi de yakından etkileyen 10 vilayetten gelen daha doğrusu depremden kaçan insanlarımızın akrabalarının olduğu, acıyı daha derinden hissetmekteyiz, deprem kuşağında olduğumuzu bir kez daha anımsatan ard ardına yaşadığımız 7.7,7.6, 6.4 ve 5.8 büyüklüğünde depremin gelecekte Yumurtalık merkezli 6.5 büyüklüğünde bir deprem daha olacağı ve kentimizi etkileyeceği korkusu ile tedirgin olduğumuz anlar, günler, haftalar. Pandemide de diğer sıkıntılı günlerimizde de acılar yaşadık ama deprem olgusu farklı. 15 gün boyunca yanı başımızda olan bir felaketi TV de izlediğimiz günler, o bölgeye giden yetkili ve ilgili dostlardan hiçbir şey TV de göründüğü gibi değil denilen afet hepimizin durup düşünmesine neden oldu. Hayat devam ediyor yaşam normale döner. Bu olgu 6 hafta sonra unutulur mu? gözlem ve yaşadıklarımıza göre ifade edeyim hiç sanmıyorum, elbette hayat devam etsin; umut var olalım, mutluluk arayışlarına girelim sosyalleşme olsun, mücadele devam etsin ama haftalardır inatla yazıyorum ki bu derinden etkilendiğimiz facia unutulmasın. Hep dediğimiz gibi deprem değil, binalar öldürüyor, bakın dostlar; bütün uzmanlar yakın zamanda İstanbul'da deprem olacağını ifade ediyorlar; o İstanbul ki ekonominin yüzde 40'ını yönetmekte, megapol kent sanat-futbol dünyasının yaşadığı, film sektörü merkezli dünyanın tanıdığı bir kültür başkenti, ikinci kez sayın başkan İmamoğlu deprem seferberliği ilan etti ama işin şöyle bir yanı var yeniden yapılanma, kentsel dönüşüm, kenti fay hattının dışına taşıma, iyileştirme, binaları güçlendirme, adına ne derseniz deyin yaklaşık 350 milyar dolar para ile İstanbul daha az hasarla 7. 5 yada 8 büyüklüğünde beklenen depremi atlatabilecek.! İstanbul'daki toplantıya depremin ilk gününden itibaren önemli çalışmalara imza atan kentimizin şehreminisi Sayın Seçer'e katıldı, açıklaması, söylemi önemliydi: "yıllarca Mersin'de deprem ile ilintili radikal tedbirler alınmadı sizi bu anlamda dinlemeye geliyorum" dedi. Sözün özü dostlar bizler evlerimizde kesinlikle rahat huzurlu uyumak istiyoruz parası olanlar yine teknik bina kontrolü, karavan, yayla evi, villa buna benzer çözümler üretmeye başladılar bile. Ama sadece varsıl insanlar değil kentte olan tüm bireyler olarak rahat uyumak istiyoruz onun için merkezi idare, yeni seçilecek milletvekilleri, yerel yöneticiler, belediye meclis üyeleri bu konuyu hiç unutmadan popülizm yapmadan, ivedi bir şekilde çalışmalar yapmak durumunda. Bakın dostlar tekrar vurgulayalım güzel ülkemizin yaşam hakkı bağlamında en önemli konusu artık depremdir. 14 Mayıs'ta yapılacak olan seçim sürecinde bu manada söylemler ve propaganda duyacağız, ama önemli olan somut ve inandırıcı, hızlı kararlar alan bir yaklaşımı bizler değerlendirmeler yapıp oylarımızı ona göre vermeli, keza evlatlarımız, torunlarımız için daha fazla duyarlı olmak durumundayız. Dünya Bankasının açıklaması bağlamında en iyimser tahminle bölgemizde olan depremin bedeli 50 milyar dolar. Bu rakamlar bir milli servet ayrıca geleceğimizin inşasında önemli rakamlar. O halde deprem olmadan yeni acılar yaşanmadan, deprem gerçeğini unutmadan, her türlü tedbiri alıp devleti yönetenlerin en az hasar, en az can kaybı için gerektiğinde bu rakamları harcamalılar.

Bakın birkaç örnek vererek yazımı bitireyim. Bir ada ve deprem ülkesi olan Japonya 1923 yılında Kanto depremini yaşamış,100 bin den fazla insan ölmüş ancak o tarihten sonra zihniyet devrimi yapan Japonya şimdi 9 büyüklüğünde depremde bir kişinin bile burnu kanamıyor. Şili ülkesi 9 büyüklüğünde bir deprem de en az zaiyatla depremi atlatıyor, zira binaları depreme dayanıklı. Ve Amerika Birleşik Devletleri Şikago eyaleti; deprem riski yok, ama bütün binaları 9 büyüklüğünde depreme dayanıklı. Dolayısı ile bizleri yönetenler somut çalışmalar yapmadan, yasaları yeniden gözden geçirerek, zihniyet devrimini bu ve sorunsalı olan konularda acil olarak hayata geçirmezlerse 1923 yılında 100 bin canını yitiren ama şimdi gelişmiş 7 sanayi ülkesinden biri olan ada ülkesi Japonya gibi 9 büyüklüğünde depremlere dayanıklı binalar yapan bir ülke konumuna gelmezsek, yatağında yarınlara mutlu, huzurlu uyanamayan bireyler olmaya, travma yaşamaya, ruh halimizin her gün bozuk olmasına, bu manada evlerimize huzurla girmenin, oturmanın hayal olacağını bilmek için kahin olmaya gerek olmayacaktır; onun için bizleri yönetenlerin artık siyaset ekonomi hayat ezberinin bozulduğunu bilmeleri, deprem kuşağında bulunan güzel ülkemizi kentimizi akılcı düşünüp yaşamı dizayn etmeleri ve deprem gerçeği ile birebir yaşamaları ve somut olarak bizleri rahatlatıcı çalışmalara imza atmalarını bekliyoruz..