Özgür Çocuk Parkında bir araya gelen Mersin Emek ve Demokrasi Platformu üyeleri, attıkları sloganlarla 12 Eylül askeri darbesine tepkilerini dile getirdi. Burada grup adına açıklama yapan Necdet Kılınç, 12 Eylül darbesinin üzerinden 45 yıl geçtiğini belirterek, "Ancak 12 Eylül darbe rejimi hala sürüyor. Nasıl mı? Tekçi, baskıcı, darbeci özüyle iç içe Katlanarak sürüyor. 12 Eylül darbecilerinin hazırlattığı silahların gölgesinde yapılan bir plebisit ile halka kabul ettirdiği darbe anayasası korunaklı temel unsurlarıyla hala sürüyor. 25 yıl önce, 12 Eylül 2000'de 12 Eylül darbecilerinin yargılanması için yola çıkarken, 78'lilerin sol, yurtsever demokratik güçlerle beraber gündeme getirdiği, 12 Eylül darbe döneminin askeri mahkemelerinin mahkûmiyet kararlarının gayri meşru olduğu, bunun içindir ki tüm sonuçlarıyla beraber iptal edilmesi talebimizin gereği yerine getirilmedi, gayri meşru mahkeme kararlarına tüm ısrarlarımıza karşın, hala dokunulmadı.
Öte yandan Darbe yapanlara kalıcı dokunulmazlık kazandıran, Anayasanın Geçici 15. Maddesi Anayasa'da 30 yıldır korunan yerini, 78'lilerin sol, yurtsever demokratik güçlerle 2005 yılında başlattığı ve 5 yıl süren kampanya üzerinden kaldırılması sağlandı. Anayasa'nın Geçici 15. Maddesi kaldırılmış, sıra 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasındaydı. Anayasanın Geçici 15. maddesi kaldırılması, darbecilerin yargılanması önündeki anayasal engeli kaldırmıştı. 12 Eylül sürüyordu ama kampanyamız da sürüyordu. Sıra 12 Eylül 2000 tarihinde başlatılan cuntacıların yargılanması kampanyasını hızla daha bir güçlendirmek ve 12 Eylül darbecilerinin yargılanmasındaydı. Süren kampanyalarımıza karşın 12 Eylül darbe anayasası, Siyasi Partiler Kanunu, RTÜK kanunu, sendikalar kanunu başta olmak üzere, 12 Eylül devletinin yasal temellerini oluşturan 1980-83 döneminde darbecilerin düzenlediği 600 yasa ve binlerce kararname, aşağıda açıklanan istisnalar bir yana, genel olarak kaldırılmadı ve hala yürürlükte. Kampanyalar ve itirazlarla sonuç alındığı da oldu. Emsal olsun, Anayasanın Geçici 15. Maddesi, İnfaz yasasının 31. 33. Maddelerine konan ek geçici madde üzerinden TBMM 'de 68-78 kuşağının 1989 yılı öncesi siyasi yasaklarının kaldırılması kazanılan haklar arasındaydı. Seçim Barajı kanunu yüzde 10'dan yüzde 8'e çekildi ama bilindiği kadarıyla bu İttifaklar dengesinde ön almaya dönük bir iktidar partisi icraatıydı. Sonuç olarak, Milli Güvenlik Konseyi'ne askerlerin başta siyaset olmak üzere, hayatımızın her alanını düzenleme yetkisi veren yasalar halen Türk hukuk sistemindeki yerini koruyor. Kısacası darbeden sonra beş orgeneral tarafından oluşturulan cunta tarafından hazırlanan tüm bu yasalar, demokratik temsili ortadan kaldıran nitelikleriyle devam ediyor" diye konuştu.
"Darbecilerle Toplumsal Suç Ortaklığını Reddedelim"
12 Eylül 1980 darbesinin toplumu ve devleti yukarıdan aşağıya doğru anti-demokratik, totaliter bir anlayışla yeniden düzenlediğini vurgulayan Kılınç, "Bu düzenlemeyi siyasal ve askeri zor kullanarak gerçekleştirdi. Darbe öncesinin halkta yurttaşlık ve hukuk bilincinin geliştiği nispi demokratik süreç tasfiye edildi. Yerine kayıtsız şartsız itaat eden, demokratik değerleri tüketen bir toplum biçimi ikame edildi. 12 Eylül darbecileri anarşi ve terör hadiselerine karşı darbe yaptıklarını ilan ettiler. Kötücül sonuçları günümüze kadar gelen dünyanın en kalıcı ve en köklü totaliter rejimlerinden birini inşa ettikleri gibi darbe yıllarında vahşi bir devlet terörü uygulayan de yine 12 Eylülcüler oldu. Bugünden geriye doğru bakıldığında, 12 Eylül darbeciliğinin kendi içinde son derece tutarlı olduğu ortaya çıkıyor. Neden mi? Özgürlük ve demokrasi düşüncesine karşı kapılar sonuna kadar kapatıldı. Emsal olsun, AB üyelik sürecinde Türkiye yıllardır ülke hayatından darbe anayasasını, yasaları ve anti-demokratik uygulamaları kendi meşrebince temizlemeye çalışıyordu. Ancak AB aday üyeliği için peş peşe düzenlemeler yapılırken, her defasında da 12 Eylül anayasasında yer alan bir hüküm yeni bir engel olarak ortaya çıkıyordu. Bütün bunlar 12 Eylül rejiminin reforme edilemez olduğunu, külliyen tasfiye edilmesi gerektiğini gösteriyordu.
Ancak reforme edilemediği gibi tasfiyeside ciddi olarak denenmeyince, itiraz edilmezlik kanunları ve kurumları ile kurumlaşmasını kolaylaştırırken, davranış kalıplarıyla toplumda içselleşti. 12 Eylülcülerin Ulusal Güvenlik Devleti ideali
12 Eylülcülerin temel amacı demokratik bir şal altında darbe rejimini kurumsallaştırmaktı. Başka bir ifadeyle Ulusal Güvenlik Devleti inşa etmekti. Bunu başardılar. Ulusal Güvenlik Devleti aynı ismi taşıyan doktrin çerçevesinde, Pentagon patentli bir soğuk savaş ürünü idi. Bu anlayışın bir sonucu olarak, 12 Eylülcüler, demokrasi ve özgürlük fikirlerinin geliştiği 1970'li yıllar ve sonlarına doğru mücadele içinde boy veren, başta Türkiye solu, Kürt halkının en dinamik kesimleri ve bizim kuşak olmak üzere, toplumun siyaseten itiraz eden kesimlerini İç düşman kabul ettiler. Darbecilere göre, boyun eğmeyi reddeden, resmî ideolojiyi benimsemeyen, verilmek istenen tek boyutlu kimliği kabul etmeyen, kendi toplumsal ve kültürel kimliklerini savunan farklı kesimlerle barış içinde birlikte yaşama mümkün değildi. Bu tür görüşlerin yaygınlaşmasını engellemek için her türlü yasağı uyguladılar ve bu düşünceleri savunanları cezalandırdılar. Kendilerince tasarımlarına yararlı buldukları aşırı milliyetçi, şoven ve dinin, dinbaz istismarına dayalı unsurların ve görüşlerin önünü açtılar.
Bu marifetlerinin yanı sıra yurttaşların işlevini ise, devlet karşısında itaatkâr olmak ve görevlerini eksiksiz bir biçimde yerine getirmekle sınırladılar., Pentagon'un Ulusal Güvenlik Devleti, Türkiye'deki derin tarihsel köklere sahip tutucu, bürokratik, milliyetçi devlet geleneği ile örtüştü. Gerçi böyle bir doktrin olmasa da Türkiye'deki sistem bunu yaratacak tarihsel ve toplumsal potansiyele fazlasıyla sahipti. Gelişmeler de bu yönde oldu. Devlet ve toplum ilişkilerinde dengenin tamamen toplum aleyhine bozulduğu, yurttaş karşısında devletin yüceltildiği ve kutsallaştırıldığı bir durum ortaya çıktı
Darbecilerle toplumsal suç ortaklığını reddedelim. Darbecilerle hesaplaşmayı beceremeyen bir toplum, darbe üstüne darbe yemeye mahkumdur" dedi.