Selinay Ergün Mannah

Selinay Ergün Mannah

HAKLARIN VE GEZEGENİN KESİŞİM NOKTASI

 


10 Aralık… Dünya İnsan Hakları Günü. 1948’de kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin yıl dönümü. Eşitlik, adalet ve özgürlük taleplerinin yankılandığı bu beyanname, insanlığın ortak vicdanında yer etti. Ancak 76 yıl sonra bile, bu hakların tam anlamıyla yaşandığını söylemek zor. Çünkü haklar kâğıtta güzel, ama asıl mesele onları hayata geçirmek.

 

Dünya İnsan Hakları Günü, sadece geçmişte kazanılan hakları hatırlamak için değil, bu hakların sürdürülebilir bir şekilde geleceğe taşınması için düşünmemiz gereken bir gün. İnsan hakları dediğimiz kavram, yalnızca bireylerin birbirine karşı sorumluluğu değil; birey, toplum ve gezegen arasında bir bağ kurar. Bu bağ, sürdürülebilirlik dediğimiz kavramla daha da güçlenir.

 

Sürdürülebilirlik İnsan Hakkı

Sürdürülebilir bir yaşam, insan haklarının en temel taşlarından biridir. Çünkü sürdürülebilirlik yalnızca çevresel bir mesele değil; herkesin sağlıklı, temiz ve adil bir yaşam hakkına erişmesiyle ilgilidir. Sosyal boyutuyla sürdürülebilirlik, toplumların refahını, eşitliği ve dayanışmayı merkezine alır. Bir kişinin temel yaşam koşullarına erişimi, başka bir toplumun veya bireyin yaptığı tercihlerle doğrudan ilişkilidir.

Bu ilişkiyi daha iyi anlamak için giydiğimiz kot pantolonu düşünelim. O pantolonun üretiminde kullanılan su miktarı, bir insanın yıllık ihtiyacını karşılayabilir. Ama bu üretim, dünyanın başka bir yerinde temiz suya erişimi olmayan insanların yaşamını daha da zorlaştırıyor. Biz yeni bir pantolon alırken, başka bir yerde bir ailenin içme suyuna ulaşması imkânsız hale geliyor.

 

Kahve içmeyi seviyoruz, değil mi? Ama o kahve, dünyanın başka bir yerinde tarım işçilerinin zor şartlarda çalışmasıyla soframıza geliyor. Düşük ücretler ve ağır çalışma koşulları yüzünden o insanlar çocuklarını okula göndermekte zorlanıyor, sağlık hizmeti alamıyor. Biz bir kahve içerken, onların yaşam hakkı ihlal ediliyor. Kahveyi nasıl ve nereden aldığımız bile başka birinin hayatını etkiliyor. Seçimlerimiz sandığımızdan çok daha büyük sonuçlar doğuruyor.

 

Bu örnekler, sürdürülebilirliğin yalnızca çevreyle değil, aynı zamanda toplumsal eşitlikle nasıl doğrudan bağlantılı olduğunu gözler önüne seriyor. Hepimizin nefes aldığı hava, içtiği su ve üzerinde yaşadığı toprak, eşit haklarla korunmalı. Ancak bugün hâlâ milyonlarca insan bu temel haklardan yoksun yaşıyor. Ve bu sadece o insanların sorunu değil; hepimizin ortak sorumluluğu.

 

Hakları Koruma Sorumluluğumuz

Bir hakkımız ihlal edildiğinde, sadece farkında olmanın yetmediğini, bu hakların korunması için mücadele etmenin hepimizin sorumluluğu olduğunu anlarız. Bu mücadele, yalnızca başkaları için değil, aynı zamanda gezegenimiz için bir zorunluluktur. Çünkü bireysel haklarımızla çevresel haklarımız birbirine sıkı sıkıya bağlı.

 

Sürdürülebilirlik, yalnızca bireylerin haklarının korunmasıyla değil, toplumların birbirine duyduğu saygıyla inşa edilir. Bu saygı, yalnızca doğaya değil, aynı zamanda birbirimizin yaşam hakkına gösterdiğimiz özenle de ölçülür.

 

“Varlıkları” Bilinçli Tüketmek


Kaynaklarımızı tüketirken “Bu gerçekten gerekli mi?” diye sormamız gerekiyor. Kaynakları bilinçsizce tükettiğimiz her gün, bir başkasının hakkından çalıyoruz. İsraf edilen her varlık, başka bir yerde bir çocuğun eğitim hakkına, bir toplumun yaşam hakkına mal olabilir.

 

Aslında kaynak yerine “varlık” demek belki daha anlamlı olmaz mı? Çünkü kaynak kelimesi, bir şeyin tüketilmek üzere olduğunu çağrıştırıyor. Oysa varlık dediğimiz şey, korunması gereken bir zenginliktir...


Dünya İnsan Hakları Günü, yalnızca geçmişi hatırlamak için değil, geleceği korumak için de bir davettir. Bugünü, anlamaya ve yaşam biçimimizi sorgulamaya ayıralım. Sürdürülebilirliğin yalnızca çevreyi değil, toplumu ve bireyleri de kapsayan bütüncül bir anlayış gerektirdiğini unutmayalım.

 

İnsan haklarının sürdürülebilir bir dünyada herkes için var olması dileğiyle…

 




ARŞİV YAZILAR