Özge, kalabalık bir otobüste herkesin kendi dünyasına gömüldüğü sırada, bir başkasının üzüntüsünü fark ederek ona uzatılan küçük bir yardım elinin bile “yüksek duyarlılığın sessiz bir örneği” olduğunu belirtti. Ona göre bu özellik, kişilerin çevresindeki uyaranlara daha hızlı ve yoğun tepki vermesinden kaynaklanıyor. Gürültü, kalabalık, duygusal atmosfer ya da yalnızca bir ses tonundaki değişim, yüksek duyarlılığa sahip bireyleri derinden etkileyebiliyor.

Bilimsel çalışmaların bu durumu bir hastalık değil, beynin farklı bir işleyiş biçimi olarak tanımladığını söyleyen Özge, “Özellikle empati ve duygularla ilişkili beyin bölgeleri bu kişilerde daha aktif çalışıyor” dedi. Araştırmalara göre yüksek duyarlılığın yaklaşık yüzde 15–20 oranında genetik yatkınlıkla ilişkili olduğunu aktaran Özge, aynı zamanda çocukluk dönemindeki travmaların, duygusal ihmalin ve baskıcı çevre koşullarının da bu hassasiyeti artırabileceğini ifade etti.

Prof. Dr. Özge, günümüzün dijital çağında yüksek duyarlılığa sahip bireylerin daha da zorlandığını vurguladı. Sosyal medyadan gelen kötü haberler, şiddet içerikleri ve savaş görüntülerinin bu kişilerde kaygı, stres ve tükenmişliği artırdığını söyleyen Özge, “Bu kişiler bir trajediyi hissetmemeyi başaramaz. Bir haber günlerce akıllarından çıkmaz. Bu da uzun vadede depresyon, migren ve uyku sorunlarını beraberinde getirebilir” diye konuştu.

Çocuklarda Miyopi Hızla Artıyor: Erken Teşhis Başarıyı Arttırıyor
Çocuklarda Miyopi Hızla Artıyor: Erken Teşhis Başarıyı Arttırıyor
İçeriği Görüntüle

Bununla birlikte beynin değişebilir, yani “plastik” bir yapıya sahip olduğunu hatırlatan Özge, yüksek duyarlılığın doğru yöntemlerle yönetilebileceğini de sözlerine ekledi. Anın içinde kalmayı öğreten mindfulness uygulamaları, doğa ile temas, duygusal sınır koyma becerileri ve sanat gibi yaratıcı uğraşların bu süreci kolaylaştırdığını belirtti.

Konuşmasında gerçek bir örneğe de yer veren Özge, edebiyat öğretmeni Zeynep’in hikâyesini paylaştı. Öğrencilerinin duygusal iniş çıkışlarını hemen fark eden Zeynep, yıllar içinde bu hassasiyetin yükünü ağır biçimde hissetmiş, baş ağrıları ve tükenmişlik yaşamıştı. Terapiyle birlikte duyarlılığını bir “hastalık” değil, “yetkinlik” olarak görmeyi öğrenen Zeynep, bugün hem öğrencilerine ilham veriyor hem de kendi sınırlarını koruyarak bu özelliğini avantaja dönüştürüyor.

Prof. Dr. Özge, sözlerini şöyle tamamladı: “Yüksek duyarlılık, doğru yönetildiğinde hem bireyin hem de toplumun zenginliği olabilir. Önemli olan, bu hassasiyeti bir zayıflık değil, bir güç kaynağı haline getirebilmek.”

Kaynak: Haber Merkezi