Mermer ve taş ocakları doğanın kabusu oluyor

Mermer ve taş ocakları doğanın kabusu oluyor cukurovagazetesi.com

Kaledran’a yapılacak olan mermer ocağına karşı birlikte mücadele etmek amacıyla Gazipaşa ve Anamur halkı, Kaledran’da bir araya geldi. Gazeteci Yazar Yusuf Yavuz ve MERÇED Başkanı Sabahat Aslan’ın katılımıyla yapılan toplantı ve söyleşide mermer ocağının bölgeye vereceği zararlara dikkat çekildi. Söyleşide mermer ocağının yapılmak istendiği yerlerin halkın tarımda geçim kaynağı olduğuna dikkat çeken Gazeteci Yazar Yusuf Yavuz, “Maden ve mermer ocaklarının yapılmak istendiği yerlere baktığımızda belki de dünyanın en zor şartlarında tarım yapılan bölgelerinden bir tanesi. Taşı taş üstüne koyarak


Haber – Mehmet Çetin

Gazipaşa’nın Yakacık, Anamur’un Anıtlı mahallelerini içine alan Kaledran’da yaklaşık 100 hektarlık orman arazisine mermer ocağı ruhsatı verilmesi tepkileri beraberinde getirdi. Gazipaşa ve Anamur’da faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları yaşananlar karşısında harekete geçti. Anamur'un ve Gazipaşa’nın kabusu haline gelen mermer ocağıyla ilgili olarak Kaledran’da söyleşi ve halkı bilgilendirme toplantısı yapıldı. Gazeteci Yazar Yusuf Yavuz ve Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED) Başkanı Sabahat Aslan’ın katıldığı söyleşide, yapılmak istenen maden ocağının bölgenin doğasına ve bölge halkının sağlığına verebileceği zararlar konuşuldu. Söyleşide ilk olarak konuşan Gazeteci Yazar Yusuf Yavuz, “Hepimizin de bildiği, türkülere konu olan doğal güzelliklerimiz bugünlerde parça parça edilerek, inşaat malzemeleri üretiliyor, asfalt yapılıyor. Taşucu’ndan bu tarafa doğru gelirken, aynı manzaralarla karşılaşıyoruz. Dolayısıyla hafızlarımız siliniyor böylelikle. O işin madenciliği, o işin milli serveti vesaire bir yere kadar. 2004 yılında Türkiye’de maden yasası değişti ve bu yasa değişmeden önce pek çok STK, meslek odaları ve Tarımla ilgili kuruluşlar davalar açtı, mücadeleler verdi ama ne yazık ki; kitlesel olarak, ülkenin genelinde çok fazla tepki görmedi ve bu yasalar kabul edildi bir şekilde. O yasalarla birlikte ne mi değişti? Ben mahalle muhtarlarına soruyorum; maden, mermer ocakları kurulacak, acaba yetkililerden birileri gelip de, ‘Orman alanlarında mermer ocakları açacağız ve sizden izin istiyoruz’ diyen veya görüş soran oluyor mu diye ‘hayır’ diyorlar. Yani Bakanlığın görüş toplamak için yazışma yaptığı kurumlar bile buraya adeta sessizce gelip, gözlemlerini yapıp, ‘bizim için sakıncası yoktur’ şeklinde raporlar hazırlayıp, buna karar veriyorlar” ifadelerini kullandı.

 

“NEFES ALAMAYACAĞIMIZ BİR SÜRECE DOĞRU GİDİYORUZ”

2004 yılında bu yasa değiştiğinde, geçmişte bu ülkenin madenleri, bu ülkenin taşı, toprağı, koruyan, kültürel değerleri koruyan bütün korumacı maddeler yasadan çıkarılarak veya koruma kalkanı daraltılarak, azaltılarak bu yasanın çıkarıldığını kaydeden Yavuz, “Bu yasanın çıkmasını da o yıllarda uluslararası maden şirketleri destekledi. 2000’li yılların ortalarına geldiğimizde biz bakanlıkla yazışmalarımızda ülke genelinde ne kadar alanın ruhsatlandırılmış olduğunu sorduğumuzda, Antalya üzerinden değerlendirecek olursak; sadece Antalya’nın 4’te 1’i ruhsatlandırılmış olduğunu öğrendik. Ülke genelinde 80 bin üzerinde ruhsat verilmişti ve bunlar devam ediyor halen. Dolayısıyla yıllar önce devletin yasal olarak koruması gereken orman, su, toprak, kültürel varlıklar, tarım ürünleri ve sağlıklı bir çevrede yaşama hakkı ne yazık ki; şirketlerle yereldeki insanlar karşı karşıya bırakılarak, devlet aradan çekilmiş gibi bir görüntü ortaya çıkıyor. Burada amacımız devleti eleştirmek değil ama işleyişte bir sorun var ve bunu da çözemediğimiz zaman idare de zan altında kalıyor. Çünkü kimse sorumluluk kabul etmiyor. Dolayısıyla hiç kimsenin kabullenmediği, topu bir başkasına attığı bir sorun ve çözülmediği gibi de hepimizi daha çok nefes alamaz hale getiren bir sürece doğru ilerliyor” şeklinde konuştu.

 

“MERMER OCAĞININ YAPILMAK İSTENDİĞİ YERLER HALKIN ELLERİYLE TARIMA AÇILMIŞ”

Mersin’de yaylalara bakıldığında, maden ve mermer ocaklarının yapılmak istendiği yerlerin belki de dünyanın en zor şartlarında tarım yapılan bölgelerinden bir tanesi olabileceğine dikkat çeken Yavuz, “Buralarda gördük ki; Konya ve diğer tarıma el verişli yerle gibi değil. Taşı taş üstüne koyarak, taşın üstüne elleriyle toprak ilave edilerek yani eliyle, dişiyle, tırnağıyla zor şartlarda adeta bir mucize yaratarak, avokado, muz üretim alanları haline getirilmiş. Gece gündüz, ne yapılabilir ve çocuklar nasıl okutulabilir diye çalışmalar yapan insanlar var bu bölgede. O yüzden buralarda yapılabilecek müdahaleler bir Konya, Isparta ve benzeri ovalara yapılabilecek bir müdahaleden çok daha fazla etki yapacaktır. Dolayısıyla insanlar alanlardan, dere yataklarından, nehir havzalarından kentlere taşınmak zorunda kalıyor ve kente taşındıklarında niteliksiz iş gücüne dönmek zorunda kalıyor. Dolayısıyla sırtımızı yasladığımız coğrafyaya ne kadar sahip çıkarsak, orası bizim için o kadar daha fazla süre vatan olarak kalacaktır” sözlerine yer verdi.

 

“OCAKLAR İÇİN KULLANILMAK İSTENEN ALANLARDAN BİÇİLEN ÜRÜNLER ÜLKE EKONOMİSİNE ÇOK KATKI SAĞLAMAKTA”

Her ne kadar mermer ocağı üretilse de ülkeye ekonomik olarak ekim alanlarından daha çok fayda getirmeyeceğini ekleyen Yavuz, “Türkiye’nin mermer ocakları bakımından dünyanın önemli mermer rezervlerine sahip olduğumuzu söylüyorlar. Tamam, bu doğru.  Ama tonunu 150-200 dolara sattığınız mermerin bu Türkiye’de kuruyemiş almaya bile yetmediğini görebiliyoruz. Burayı, buradaki alanı koruyamadığımız zaman; Anamur’u, Gazipaşa’yı da koruyamayacağız. Burası iki kentin iki yakasını bir araya getiren bir coğrafya. Sadece deresiyle değil, bütün doğal varlıklarıyla özel bir coğrafya. Eğer geleceğe aktarmak itiyorsak bunu hem geçmişe hem de geleceğimize sahip çıkabilmemiz ve koruyabilmemiz lazım” diye ekledi.

 

ASLAN: “HER GÜN DOĞAMIZA ARTAN SALDIRALAR KARŞINDA BİRLİKTE MÜCADELE EDİLMELİ”

Maden ocaklarının yapılmasına karşı birlikte mücadele edilmesinin önemine dikkat çeken Mersin Çevre ve Doğa Derneği (MERÇED) Başkanı Sabahat Aslan ise, “Birlikte mücadele etmek çok anlamlı. Yıllarca biz birlikte mücadele etmenin çok kazanımlarını gördük ve bundan sonra da birlikte mücadele edeceğiz. Biz mevcut politikalara, yanlış politikalara topyekun karşı çıkmadıkça artık bizim yaşam alanlarımıza saldırılar her geçen gün artıyor. Bir gün mermer ocakları yapacaklar yaşam alanlarımızı engelleyecekler, bir gün tarım alanlarımızı gasp edecekler. Dolayısıyla bu politikalara karşı hep birlikte mücadele etmemiz lazım. Dünyada uygulanan kapitalist uygulamalar bizim ülkemizde de uygulanmakta. Bu politikaların getirileri sonucunda maalesef ülkemizde plansız yapılaşma, kalkınma adı altında bütün doğal alanları tüketme. Artık dünya yok olma yolunda gitmekte. Biz bir felaketle karşı karşıyayız. Demek ki biz bu tür faaliyetlere karşı hep birlikte mücadele etmesek, hiçbir kazanımımız olmayacak. Çünkü bu politikalar hepimizi yoksullaştırdı, hepimizi işsizleştirdi, hepimizi hasta etti” şeklinde konuştu.

 

“DOĞA TERTİBATLARI SAĞLIĞIMIZI DA KÖTÜ ANLAMDA ETKİLEMEKTE”

Doğa tertibatının hastalıklara olan etkisine dikkat çeken Aslan, “Son 2 yıldır Covid-19 ile mücadele ediyoruz ve bu Covid-19’un en büyük nedeni; doğa tertibatıdır. Dolayısıyla hep birlikte mücadele edeceğiz. Bu politikalar, bazı derelerimiz özelleştireceğiz adı altında derelerimiz aldırlar, bazı yerlerde topraklarımızı aldılar, bazı yerlerde denize giremeyecek hale geldik. Ben bu politikaların artık yaşam alanlarımızı ne kadar daralttığı farkındalığı yanında dünyanın hiçbir yerinde denizlerini bir katliam projesine teslim eden bir ülke yok” dedi.

 

“BALIK ÇİFTLİKLERİ, DENİZİMİZİ TALAN ETMEKTE”

Doğa tertibatının yanında balık çiftliklerinin de denizlere büyük zararlar verdiğine dikkat çeken Aslan, “Anamur’dan başlayıp, Silifke sahillerinin sonuna kadar kentimizi 60’a yakın balık çiftliği şirketi istila etmekte. Bu bölgede 5 tane balık üretim bölgeleri belirlenmiş ve bu bölgede, Anamur’dan Silifke sahillerine kadar yılda 60 ton balık üretilecek. Yani bunları balık sayısına dönüştürdüğümüzde 180 milyon adet balık üretilecek. Bu 180 milyon balık yaklaşık 80 milyon metrekareyi denizde kaplayacak. Bu bizim Akdeniz’in yok olması demek. Özellikle Anamur’da iki bölgede yaklaşık olarak 11 tesis kurulacak ve bu 11 tesiste yılda 20 tonluk bir balık yemi verilecek ve yaklaşık 30 milyona yakın balık yetiştirilmiş olacak. Bu balıkların yeminden kaynaklı çok ciddi bir kirlilik oluşacak. Bu balık yemi GDO’lu bir üründür, bu balık yemininin büyük bir kısmı doğal balık yağı ile üretilmekte. Dolayısıyla biz aslında balık çiftliği kurarak, doğal balıkçılığı da bitirmekteyiz. Bu kullanılan GDO’lu yemin yanında bir de balıklar hastalanmasın diye bir sürü ilaçlar ve dezenfektan kullanılıyor ve bu ilaçlar hem denizde hem de denizin dibinde çok ciddi bir kirlilik yaratmakta. Bu kirlilikte zamanla denizin dibinde birikerek, denizdeki oksijen oranını azaltıyor ve denizin ekosisteminin bozulmasının yanında, deniz canlılarının da yok olmasına sebebiyet veriyor” ifadelerine yer verdi.

 

“BALIK ÇİFTLİKLERİ, BÖLGE TURİZMİNİ ÇOK KÖTÜ ETKİLEMEKTE”

Balık çiftliklerinde kullanılan yemin de denize olan kötü etkisini değerlendiren Aslan, “Anamur’da bu yemden dolayı senede 152 ton fosfor, bin tona yakın azot, bin 700 ton da katı madde kullanılacak. Ayrıca bu balık çiftliklerinde her yıl 400 tona yakın ölü balık oluşmakta. Bu 400 ton ölü balıkla birlikte yem maddelerini de hesaba katacak olursak, her bir kafesin altında çok ciddi bir kirliliğin oluştuğunu görüyoruz. Bu kirliklerden dolayı da belli süre sonra artık küme dağlar oluşmakta ve bu küme dağlar da bulunduğu ortamda verimliliği azalttığı için 2-3 senede bir balık çiftliklerinin sahipleri bu kafesleri taşıyor. Dolayısıyla balık çiftliklerine neden karşıyız; Kullanılan GDO’lu yemlerin çok sağlıksız olduğunu biliyoruz. Bu GDO’lu yemin yanında birçok antibiyotikler de bizim sağlığımız bozuyor. Balık çiftliklerinde bulunan balıklar çok sıkışık bir ortamda yetiştiği için çok sağlıklı güneş alamıyor ve Omega 3’ü doğal olarak üretemiyor.  Denizde oluşan bu kirlilik hem bizim sağlığımızı olumsuz etkiliyor hem de bu bölgenin turizmini de çok ciddi etkileyeceğini biliyoruz” dedi.

 

“DENİZLERİMİZİN BALIK ÇİFTLİKLERİNDEN DOLAYI KİRLETİLMESİNE İZİN VERMEYECEĞİZ”

Bu bölge için turizm bölgesi olarak ilan edilmesinin yanında birinci derecede arkeolojik sit bölgesi ve birinci derecede doğal sit bölgesi olduğunu söyleyen Aslan, “Devlet bilimsel yöntemleri kullanarak burada turizmi geliştirirse dünyada sayılı turizm bölgeleri arasında sayılacağını biliyoruz. Ayrıca burada balık çiftlikleri için denizin akıntısı da uygun değil. Akıntının az olması demek kirliliğin denizde kalması ve artması demek. Zamanla bu kirlilikten kaynaklı denizin ekosisteminin çok hızlı bir şekilde yok olmasına neden olacak. Bu kirlilikler zamanla sahile de vuracak ve sahile vurdukça da artık denize de giremeyeceğiz. Balık çiftliklerinin bilimsel olarak aslında kurulması da olanaklı, uygun değil. Biz bu kriterlerle balık çiftliklerine karşı geldik ve karşı geleceğiz de. Özellikle Türkiye genelinde bizim bu sahillerimiz çok temiz kaldı. Çünkü denizimizi kirletecek bir sanayi yapılaşmasına tanık olmadık ve sırf balık çiftlikleri için de balık çiftliklerinin kirletilmesine izin vermeyeceğiz” şeklinde konuştu.