Unutulan Nesil: Emeklilik mi, Hayatta Kalma Mücadelesi mi?

Bir zamanlar “emeklilik” denilince insanın aklına dinlenmek gelirdi. Uzun yıllar çalışmanın ardından torun sevilir, sabah çayları balkonda içilir, küçük bahçelerde çiçekler büyütülürdü. Şimdi ise emeklilik, adeta yeni bir hayatta kalma mücadelesine dönüştü.

Emekli olmak artık bir durak değil, yeni bir yokuş. Kimse konuşmuyor ama herkes biliyor: Emekli maaşları yetmiyor. Elektrik, su, doğalgaz faturası mı ödeyecekler, torunlarına harçlık mı verecekler, yoksa ilaçlarını mı alacaklar? Emekliler her ay bu sorularla boğuşuyor. İkramiye haberlerine umutla kulak kesiliyorlar; o da bayramdan bayrama gelen bir sevinç kırıntısı artık…

Eskiden emekli dede torununa gizlice harçlık uzatırdı. Şimdi torunlar büyüdü, marketten poşet taşırken dedelerine “bunu alma, bu çok pahalı” diyor. İnsan bu cümleyi duyduğunda boğazına bir şeyler düğümleniyor. Çünkü mesele sadece para değil, mesele onur.

Çoğu emekli gençliğinde bu ülkenin taşını taşıyıp, toprağını yoğurdu. Şimdi ise pazar yerinde saat sonunu bekleyip artan meyveleri topluyor. Bir zamanlar ülkeyi ayakta tutan eller, şimdi ikinci el montlara uzanıyor. O ellerin hakkı bu olmamalıydı.

Sokağa çıkın, bir bankta oturan yaşlılara dikkatlice bakın. Gözlerinde sessiz bir sitem vardır. Kime kızacaklarını bile bilmezler çoğu zaman. Ama yine de sabırlıdırlar, çünkü yaşamak için başka çareleri kalmamıştır. Dualarla, azla yetinerek, sessizce direniyorlar. Ve ne acıdır ki, bu toplumun en sessiz çığlığı da onlarınkidir.

Emeklilik, bir insanın ödülü olmalıydı, cezası değil. Her yeni güne borçla, kaygıyla uyanmak zorunda kalmamalıydılar. Her geçen gün daha da görünmez hale gelen bu insanlar, aslında bir ülkenin geçmişidir. Geçmişine saygı duymayan toplumların geleceği de eksik olur.

Bugün bir emeklinin yüzü gülsün diye atılan her adım, aslında gelecekte bizim de insan gibi yaşama hakkımıza yazılmış bir teminattır. Çünkü hepimiz bir gün yaşlanacağız. Soru şu: Nasıl bir yaşlılık istiyoruz?