Mevsim geçişlerini çoğu zaman havadan sudan sohbetlerin malzemesi sayarız. “Artık yaz bitti, sonbahar kendini hissettirmeye başladı” ya da “bahar geldi mi insanın içi kıpır kıpır oluyor” gibi cümlelerle geçiştiririz. Oysa mevsimler yalnızca doğada değil, ruhumuzda da derin izler bırakır.
Kışın uzun geceleri, bazen içe kapanmayı öğretir bize. Dışarıda soğuk serttir ama içerideki sıcaklık kıymetlidir. İç dünyamızda da benzer bir karşılık bulur bu; daha çok düşünür, daha çok sorgular, bazen de daha çok hüzünleniriz. Melankoli, belki de kışın en sadık yol arkadaşıdır.
Bahar geldiğinde ise doğanın ritmi hızlanır. Pencereyi açtığımızda duyduğumuz kuş sesleri, sabahın erken saatlerinde gökyüzüne sinen ışık, insanın içine işleyen taze bir başlangıç hissi bırakır. Ancak her başlangıç kolay değildir; bahar yorgunluğu dediğimiz şey aslında ruhumuzun yeni düzene uyum çabasından başka bir şey değildir.
Yaz, içimizi dışa vurduğumuz bir mevsimdir. Güneşin altında insanlar daha cesur, daha görünür olur. Sokaklar kalabalık, adımlar hızlıdır. Tatil planları, kalabalık sofralar, sahillerdeki gürültü… Belki de bu yüzden yaz, telaşın ve heyecanın mevsimidir. İçimizdeki enerjiyi yükseltir ama aynı zamanda sabırsızlığımızı da artırır.
Sonbahar ise başka bir öğretmendir. Yaprakların birer birer toprağa düşüşü, bize bırakmayı, kabullenmeyi ve dinginleşmeyi hatırlatır. Biraz hüzün, biraz nostalji taşır rüzgârında. Ama o hüzün, insanın içine çöken bir ağırlıktan çok, geçmişle barışmanın naif bir şeklidir.
Belki de insan ruhu, doğanın bir izdüşümüdür. Gökyüzünün renkleriyle dalgalanır, toprağın kokusuyla sakinleşir, rüzgarın şiddetiyle savrulur. Mevsimler değiştikçe biz de değişiriz; düşüncelerimiz, hayallerimiz, kaygılarımız yeniden şekillenir.
Asıl mesele, bu değişimleri fark etmektir. Baharda kendini yorgun hisseden biri “bende bir sorun var” demek yerine, doğanın dönüşümünü hatırlamalı. Sonbaharın hüznü çöktüğünde, bunun aslında içsel bir vedalaşma olduğunu bilmek gerekir. Yazın telaşına kapılıp yorulduğumuzda, bunun güneşin bizden talep ettiği hızlı ritim olduğunu unutmamak gerekir.
Doğa bize her mevsimde ayrı bir ders verir. Bizse çoğu zaman sadece takvim yapraklarını çeviririz. Oysa biraz yavaşlayıp gökyüzünün tonuna, rüzgarın yönüne, toprağın sessizliğine kulak verseydik; ruhumuzun da o takvimle birlikte değiştiğini görebilirdik.
Mevsimlerin ritmini fark eden, kendi ritmini de bulur.