Mersin Çevre ve Koruma Derneği (MERÇED) ile Mersin Çevre ve Doğa Derneği Yönetiminde Türkiye Çevre Platformu ve Türkiye Ormancılar Derneği ortak düzenledikleri basın açıklaması ile birlikte hem Akdeniz Bölgesi’nde yaşanan ekolojik sorunlarla ilgili hem de orman alanlarının yok olmakla karşı karşıya olduğuna dikkat çekti. Mersin Çevre ve Koruma Derneği (MERÇED) Başkanı Sabahat Aslan, “Akdeniz bölgesi alarm veriyor. Akdeniz’in kara ve deniz bölgeleri kıyılarımızda dahil olmak üzere hızlı nüfus artışı kentsel ve sanayinin altyapı yetersizlikleri, çöp ve plastik atıkların, orman yangınları, taş ve
Haber – Mehmet Çetin
Mersin Çevre ve Koruma Derneği (MERÇED) ile Mersin Çevre ve Doğa Derneği Yönetiminde Türkiye Çevre Platformu ve Türkiye Ormancılar Derneği Mersin Gazeteciler Cemiyeti’nde yaptıkları ortak basın açıklamasında Akdeniz’in içinde bulunduğu ekolojik sıkıntıya dikkat çekti. Basın açıklamasını Mersin Çevre ve Koruma Derneği (MERÇED) adına okuyan Mersin Çevre ve Koruma Derneği (MERÇED) Başkanı Sabahat Aslan, “Akdeniz’in kara ve deniz bölgeleri kıyılarımızda dahil olmak üzere hızlı nüfus artışı kentsel ve sanayinin altyapı yetersizlikleri, çöp ve plastik atıkların, orman yangınları, taş ve maden ocakları, termik santraller ve Akkuyu Nükleer Santrali, biyoçeşitliliğin kaybı, Suriye’den yayılan petrolun yaratmış olduğu kirlilik, yeşil alanların tahribatları tarım zehirlerinin yarattığı kirlilik, evsel kirlilikler, deniz taşımacılığı, kirli sanayi işletmeciliği Akdeniz'deki kıyı ve deniz alanlarının doğal, tarihi ve kültürel değerlerinin tahribatları, kıyıların betonlaşması, aşırı avcılık tehdidi, Akdeniz'deki kaynakların aşırı tüketilmesi, fiziksel değişimler, deniz kirliliği, yabancı türlerin girişi özellikle katil yosun ve balon balıklar vb türler, küresel atmosferik değişimleri, yüzünden diğer havzalara nazaran çok olumsuz etkilenmiş olup karada ve denizde çok ciddi çevre sorunlarına neden olmuştur. Bölgemiz küresel iklim krizinden etkilenmiştir ve kuraklık tehdidi ile karşı karşıyadır” ifadelerini kullandı.
“STK’LAR AKDENİZ İÇİN ACİL HAREKETE GEÇMELİ”
Akdeniz’de kirliliğin önlenmesi ve biyoçeşitliliğin korunması için bu tehditlerin azaltılması, sağlıklı bir ekosistemin sürdürülebilmesi için gerekli olduğunu, bunun için bütün STK’ları el birliğiyle hareket etmesi gerektiğini kaydeden Aslan, “Ülkemizde mevcut bulunan yasal mevzuatın ve 2004 yılında yenilenerek yürürlüğe giren Akdeniz’in kirliliğe karşı korunması, deniz ortamı ve kıyı bölgesinin korunması için Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler tarafından imzalanan Barselona Sözleşmesi’nin, uygulanmasında ve denetlenmesindeki sorunlar nedeniyle, ayrıca Akdeniz'de Özel Koruma Bölgeleri ve Biyolojik Çeşitliliğe İlişkin, Protokolü ve Akdeniz otağı ülkelerle AB iş birliği yapılması çalışmaları Akdeniz’de mevcut yaşanan sorunların çözümünde yetersiz kaldığı görülmüştür. Bunun için Akdeniz’e kıyısı olan ülkeler arasında bağımsız tüm ülkelerin dahil olacağı ve ülkelerin ortak uygulayacağı bir eylem planına ihtiyaç vardır. Bu eylem planında ekolojiyi ve yaşam hakkını ön planda tutacak mevzuatların, denetim ve yaptırım mekanizmalarının yeniden kurulması gerekmektedir. Ülkemiz Akdeniz’i kurtarmak için önderlik yapması Bunun için başta merkezi hükümetin ve yerel yönetimlerin, meslek odalarının, Sivil toplum örgütlerinin Akdeniz için çok acil harekete geçmesi için çağrısında bulunuyoruz” şeklinde konuştu.
“YANLIŞ ŞEKİLDE VERİLEN İZİNLER ORMANLARI YOK ETMEKTE”
Kamuoyunda, özellikle basın-yayın organlarında yaygın şekilde dile getirilen ve orman alanlarının ormancılık dışı amaçlara tahsisini düzenleyen yönetmeliklerin, sanki daha önce hiç yokmuş gibi algılanmasına yol açan haberlerin tam olarak doğruyu yansıtmadığını iddia eden Mersin Çevre Ve Doğa Derneği Yönetiminde Türkiye Çevre Platformu ve Türkiye Ormancılar Derneği adına da Dönem Sözcüsü Suna Kılıççı ise, “Örneğin sadece 2012-2020 yılları arasında Orman Kanunu'nun 17/3. maddesi kapsamında 27 bin 405 adet tesis için 255 bin hektar orman alanı üzerinde izin verilmiştir. Aynı dönemde kamuoyunda tepki çeken madencilik izinleri 127 bin hektar olarak gerçekleşmiştir. Ormanlardaki bu yıkım yeni başlamamıştır. Bu yıkım 1980'lerden beri sürmektedir. Ancak son yıllarda hız kazanmıştır. Sık sık değiştirilen bu kanun ve yönetmeliklerle, ormanlardan ormancılık dışı yararlanmalara yeni boyutlar eklenmekte, ormanlarımız paramparça edilmektedir. Bu tür izinlerle, Orman Genel Müdürlüğü verilerine göre; sadece 2008 ile 2019 yılları arasındaki 11 yıllık sürede; ormanlarımızdaki 10 hektardan küçük orman parçalarının sayısı rekor bir oranla yüzde 118 artarak 55 bin 484'ten 120 bin 789'a çıkmıştır. Yani bu tür izinler ormanlarımızı hızla paramparça hale getirmekte ve ülkemizdeki ormansızlaşmayı hızlandırmaktadır” dedi.
“ORMANLARIMIZ UZUN SÜRELİ ZARARLAR GÖRMEKTE”
Kılıççı, yapılan yönetmenliklerle ormanların ciddi zararlar gördüğünün altını çizerek, “Bu tür yönetmelikler, her türlü yorumlamaya açık düzenlemelerdir. Bu yüzden bu kadar kısa süre içinde bu yönetmeliklerin ormanlarımızdan ne götürdüğünü ortaya koymak çok zordur. Bu bulgular zaman içinde ormancılık hukuku uzmanları tarafından ortaya çıkarılacaktır. Fakat bu yeni yönetmeliklerde göze çarpan bazı noktalara değinmekte fayda vardır. 2014 yılında yayımlanan ve 30 Kasım 2021 tarihinde yürürlükten kaldırılan yönetmelik, günümüze kadar çeşitli değişikliklere uğramıştı. Örneğin daha önce Orman Kanunu'nun 17'nci maddesince izin verilmeyen ‘dini eğitim tesisine bağlı uygulama maksatlı ibadethane tesisi’ ile ‘yeraltı depolama tesisleri’, 2017 yılında yapılan yönetmelik değişikliği ile artık ormanlarda kurulabilir hale getirilmişti” şeklinde konuştu.
“YENİ YÖNETMENLİKLE BİRLİKTE ORMAN ALANLARI YOK OLMAKTA”
Yeni yapılan değişiklikle de Orman Kanunu'nun 17'nci maddesi kapsamında azot, argon ve oksijen gazlarının kullanıldığı hava ayrıştırma tesisleri, aile sağlığı merkezi, adli hizmet tesisleri, ceza infaz kurumu tesisleri ve konaklamalı spor tesislerinin ormanlarda inşa edilmesinin önünün açıldığını öne süren Kılıççı, “Aslında daha önceki yönetmelikte sağlık ocağı olarak yer alan aile sağlığı merkezinin yönetmeliğe yeni eklendiği söylenemez, fakat hava ayrıştırma tesisleri, adalet sarayları ve cezaevlerinin de ormanlarda inşa edilmesinin önü açıldığı söylenebilir. Yeni yönetmelikte yapılan düzenlemelerle, verilen izin bedelleri de düşürülmüştür. Kamu özel iş birliği modeli çerçevesinde yüklenicilere belli güvenceler verilerek yapılacak tesisler için ormanlarımız adeta arsa ofisi haline getirilmiştir. Orman Kanunu'nun 18'inci maddesiyle ilgili çıkarılan yeni uygulama yönetmeliğinin 4'üncü maddesinde daha önce verilen izinlere ek olarak; tarihi eserlerin restorasyonu ve korunması için gerekli tesislere ve giriş-çıkış kontrol noktası, tanıtım ofisi ve ziyaretçilerin zaruri ihtiyaçlarının sağlanması için gerekli geçici tesislere izin verilebilecek. Ayrıca daha önceki yönetmelikte ancak devlet ormanlarına 4 kilometre ilerisinde kurulmasına izin verilen odun kömürü tesislerine artık devlet ormanlarında izin verilebilecek. Bununla kalmayıp; terebentin, katran, sakız gibi işletilmesinde ağaç kullanılan ocakların açılmasına, yeraltında depolama alanı kurulmasına, bozuk orman alanlarında orman bitkisi fidanlıkları kurulmasına, mantar ve tıbbi aromatik bitki yetiştiriciliğine ve bunlarla ilgili zorunlu altyapı tesislerinin orman ekosistemleri içinde kurulmasına Orman Genel Müdürlüğünce izin verilebilecektir” diye ekledi.
“ORMANLAR, KAMU YARARI DIŞINDA İRTİFAK HAKKINA KONU OLAMAZ”
Sadece 2010-2020 yılları arasında Orman Kanunu'ndaki ormanlarda yapılmasına izin verilen iş ve işlemlerle ilgili maddelerde 11 kez değişiklik yapıldığını söyleyen Kılıççı, “12'inci değişiklik teklifi de 16 Kasım 2021 tarihinde TBMM Başkanlığına sunulmuştur. Bu değişiklik kabul edilirse; orman alanlarında orman içi su kaynakları kullanılarak balıkçılık tesisleri kurmak da mümkün olacak, ayrıca balıkçılıkla birlikte midye ve istiridye yetiştiriciliği de bu kapsama alınacaktır. Böylece henüz yayımlanan 18'inci madde ile ilgili yönetmeliğin kısa süre içinde yeniden değiştirilmesi gereği ortaya çıkacaktır. Oysa hem Orman Kanunu'nda hem de ilgili yönetmeliklerde yapılan bu tür değişiklikler, daha önce de değinilen Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 169'uncu maddesindeki devlet ormanları. Kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz. Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez. Hükümlerine açıkça aykırıdır” dedi.
“ORMANLARA ZARAR VEREN YASALAR YENİDEN DEĞERLENDİRİLMELİ”
“Anayasa'nın, devlet ormanlarında, gerçek ve tüzel kişilere irtifak hakkı tesis edilebilmesi için öngördüğü kamu yararı; yerine getirilmek istenen kamu hizmetinin üstün bir kamu yararına dayanmasını ve bunun yerine getirilebilmesi için de devlet ormanlarına ait alanların kullanılmasının zorunlu bulunmasını gerekli kılmaktadır” diyen Kılıççı, “Bu durumunda kamu yararının varlığından söz edilerek devlet ormanlarında irtifak hakkı tesis edilebilecektir. Böylece, her kamu yararı üstün bir kamu yararı olarak kabul edilemeyecek ve üstün kamu yararı taşıdığı kabul edilen hizmetin, orman ekosistemi dışında gerçekleştirilmesinin imkânsız olması da mutlak surette aranması gerekmektedir. Özetle, söz konusu yönetmelikler ormancılık açısından yeni sayılmamakla birlikte, ülke ormanlarına en çok zarar veren etkenlerden birinin kapsamını yeniden gözler önüne sermek açısından anlamlı olmuştur. Derneğimiz geçmişten beri, ormanların doğa koruma önceliği ile halkın ortak ve üstün yararı yerine yalnızca belirli kesimlerin ekonomik çıkarlarına hizmet edecek şekilde yönetilmesine ve ormanları yok edecek şekilde sürekli yapılmasına karşıdır” sözlerini kullandı.
“BUGÜNE KADAR 748.000 HEKTAR ORMAN ALANI KULLANIMLARA TAHSİS EDİLMİŞTİR”
Türkiye'nin de onayladığı 2015 Paris Anlaşması küresel ortalama yüzey sıcaklığındaki artışı 2 derece ile sınırlandırmayı, hatta 1,5 derecenin altında tutmayı hedeflemekte olduğunu belirten Kılıççı, “Birleşmiş Milletler (BM) iklim Değişikliği çerçeve Sözleşmesi 26. Taraflar Konferansı'nda (COP26), 100'den fazla ülke ve dünya ormanlarının yüzde 85'inden fazlasını temsil eden liderler, 2030 yılına kadar ormansızlaşma ve arazi bozulmasını durdurmayı ve tersine çevirmeyi taahhüt eden Küresel Orman Finansmanı Taahhüdü 'nü imzalamıştır. Bu tarihi taahhüt, ormansızlaşmanın yıkıcı etkilerinin sona ermesine yardımcı olacak ve dünya ormanlarının çoğunun koruyucusu olan gelişmekte olan ülkeleri ve yerli toplulukları destekleyecektir. Yapılan bu düzenlemelerin ülkemizin de taraf olduğu bu taahhüde açıkça aykırı olduğu görülmektedir. Bugüne kadar ormanlarımızdan 748 bin hektar orman alanı bu tür kullanımlara tahsis edilmiştir. Kağıt üzerinde orman olarak görünen bu alanlar fiilen orman niteliğini yitirdiği gibi ekosistem parçalanması yoluyla, civarlarındaki orman alanlarının bütünlüğünü ve ekolojik sürdürülebilirliğini de tehlikeye atmaktadır. Tüm bu nedenlerle orman alanları, ormanın orman olarak korunmasından daha üstün kamu yararı üreten iş ve işlemlere, ancak mutlak zorunluluk bulunması, yani o iş ya da işlemin başka bir yerde yapılmasının mümkün olmadığı koşullarda ormancılık dışı uygulamalara tahsis edilebilmeli, bunu sağlamak için de Anayasa’nın 169'uncu maddesinden başlamak üzere 6831 sayılı Orman Kanunu ve ilgili yönetmeliklerde değişiklikler yapılmalıdır” diye konuştu.