Birleşmiş Milletler ve Dünya Meteoroloji Örgütü iklim değişikliğinin son durumunu aktardıkları raporda, küresel çapta çok sayıda çevre felaketinin yaşandığı 2020'nin dünyanın en sıcak yıllarından biri olarak kayıtlara geçmesini beklediklerini açıkladı. Dünya endüstri öncesi zamanlardan beri 1,2 santigrat derece ısındı. Türkiye de iklim değişikliği etkilerinin en şiddetli hissedileceği Akdeniz kuşağında yer alıyor ve ortalama sıcaklık artışı 1,5 santigrat dereceyi geçmiş durumda. Sıcaklığın artışı, kuraklığın yoğunlaşması, tırmanışa geçen orman yangınları, göllerin kuruması ve sel felaketlerinin sıklığı yaklaşan tehlikenin ilk işaretleri olarak görülüyor. Uzmanların dediği gibi; maalesef ki iklim değişikliğinin şiddetli etkilerini aşmak için bir aşıya sahip değiliz.
ARAŞTIRMAYA KATILANLARIN YÜZDE 70'İ İKLİM DEĞİŞİKLİĞİNDEN ENDİŞELİ
Geçtiğimiz yıl korona virüs salgını en büyük endişe kaynağı olarak öne çıkmış olsa da milyonlar için iklim değişikliği hala en büyük tehdit. Yıllarca “buzulların erimesi”, “kutuplarda yaşamın tehlike altında olması” şeklinde algılanan iklim değişikliğine bakış açısı; hava değişiklikleri, felaketler ve dünyayı esir alan pandemi herkesin günlük yaşamını doğrudan etkilemeye başlayınca büyük oranda değişmeye başladı. Araştırma ve danışmanlık şirketi Konda’nın gerçekleştirdiği “Türkiye’de İklim Değişikliği ve Çevre Sorunları Algısı 2020” araştırması, bu algının nasıl değiştiğine ilişkin önemli ipuçları veriyor. Araştırmaya katılanların yüzde 70'i iklim değişikliğinden endişeli olduğunu belirtiyor.
“HÜKÜMETLER FOSİL YAKIT ÜRETİMİNE AYRILAN FONLARDA BİR DÜŞÜŞE YANAŞMIYOR”
İklime zarar veren sera gazı emisyonlarının 2030'a kadar yüzde 25 oranında azaltılabileceğini ve ısınmanın 1,5 derecede durdurulması hedefine ulaşılabileceğini söyleyen Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Çevre Sorunları Araştırma ve Uygulama Merkezi Müdürü Doç. Dr. Ahmet Demirak, atılması gereken adımları şöyle aktardı: “Enerjide nükleer, rüzgar gibi düşük karbonlu kaynaklara yönelmeliyiz. Ancak hükümetler fosil yakıt üretimine ayrılan fonlarda bir düşüşe ve temiz enerji üretimi için ayrılan fonlarında istenilen bir artışa yanaşmamaktadırlar. Nitekim G20 ülkeleri 2020 için fosil yakıt üretimini ve tüketimini destekleyen faaliyetler için 233 milyar doları taahhüt ederlerken, yenilenebilir enerji, enerji verimliliği ve bisiklet ve yaya sistemleri gibi düşük karbonlu alternatifler için 146 milyar dolar taahhüt etmişlerdir. Politika yapıcılar, iklim hedeflerine ulaşmak için bu eğilimi tersine çevirmelidirler.”
“TÜRKİYE SU FAKİRİ OLABİLİR”
Türkiye’nin Akdeniz ülkeleri arasında iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkelerin başında geldiğine ve iklim değişikliğinin Türkiye üzerindeki en yıkıcı etkisinin de su kaynakları konusunda olacağına dikkat çeken Demirak, bu konudaki tehlikeyi ise şöyle anlattı: “Su arzında büyük azalmalar meydana gelerek, 2030’da kişi başına düşen su miktarının 1.100 metreküplere, 2040’ta ise 700 metreküplere düşeceği tahmin edilmektedir. Bu durum Türkiye’nin yakın gelecekte ‘su fakiri’ bir ülke olacağını göstermektedir. İklim değişikliğinin başka bir etkisi de su kaynaklarının kalitesinin bozulmasıdır. Bozulan su kalitesini kullanılabilir su haline dönüştürmek için de enerjide ciddi maliyetler ortaya çıkmaktadır. Enerji ise Türkiye’nin gelişiminde hayati öneme sahiptir. Bugün Türkiye, kişi başına düşen enerji kullanımı ölçütleri bakımından gelişmiş ülkeler seviyesine ulaşmıştır. Yıllarca enerji bakımından dışa bağımlı olmuş bir ülkenin ‘Güçlü Türkiye’ hedefine ulaşması ve ekonomik kırılganlıklarının önüne geçmesi, enerji konusunda dışa bağımlılığı en düşük seviyelere çekmesi ile mümkündür. Nükleer enerji bu açıdan hem iklim değişikliği ile mücadele hem Türkiye’nin enerji çeşitlendirmesi hem de gelecek hedefler açısından büyük önem arz etmektedir. Biz Akkuyu Nükleer Santrali ile enerji arzını güvenceye almanın yanında eko sistemi koruyan bir enerji kaynağına da sahip oluyoruz.”
“FAYDALARINA ODAKLANMALIYIZ”
Nükleer enerji deyince pek çok insanın aklına ilk gelen duygunun ‘korku’ olduğunu kaydeden Demirak, “Ön yargılar, korkutucu filmler, efsaneler bu korkuyu besleyen en önemli unsurlar. Nükleer enerji dünya için gerekli mi, yoksa kötü mü? Bu soruyu bilimle cevaplamak gerekiyor. Şimdi, gerçekte çevrenin neden nükleer enerjiye ihtiyaç duyduğuna, bunun yanı sıra toplumsal faydalarına, ekonomik gücüne, temiz havasına, güvenilirliğine ve iklim değişikliği ile mücadelesine odaklanmalıyız. İklim değişikliğinin olumsuz etkilerini önleyecek veya en azından hafifletecek mekanizmaların farkındayız. Ama somut önlemler noktasında tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de çok az önlem alındı. Artık kendimize ‘ne yapabiliriz’ sorusunu değil, ‘şimdi hemen ne yapmalıyız’ sorusunu sormalıyız. Bu yüzden Türkiye’de iklim değişimi ile mücadele edecek koordinasyonu sağlayacak bir yetkili ve etkili kuruma acilen ihtiyacımız var” diye konuştu. (İHA)